Uzun zamandır Ekşi Sözlük'te Instagram başlığında yazdığım yazıları seri halinde yayınlamaya karar verdim, ilk kısmı da burada.
**
17.03.2014
Bir süredir kullandığım, aslında bir yerden sonra
kullanmaktan vazgeçip (umudumu kesip) kendi kendime kurcalamaya başladığım
program. En sonunda bir şeyler yazayım dedim ama...
Yok. Biz bunu yapamayız.
Bu programda çuvalladık bana göre. Buraya kadar iyiydi ama
işte.
Şimdi burada birkaç çeşit insan var. Olaya görsel açıdan bir
şeyler katanlar bağlamından bakıyorum, yoksa bizim Türk kızımızın
bacaklarından, kabin fotoğraflarından, yediği yemek fotoğraflarından filan
bahsetmiyorum. Evet, ne diyordum. Birkaç çeşit insan var.
Öncelikle manzara fotoğrafı çekenler. Aslında manzara da
değil tam olarak, "şehir fotoğrafı". Bizim ilk başarısızlık
deneyimimiz bu. Adam New York’ta oturuyor, kapısının önüne çıkıp karşıdaki
gökdelenlerin fotoğrafını çekse bile bir bakıyorsun gayet güzel. Bir geometri
var, bir düzen var. Yahu benim Ankara gibi bir yerde böyle bir şey çekme
ihtimalim olabilir mi? ne şehri ne manzarası, Keçiören’i mi çekeyim ben, Kızılay’ı
mı çekeyim nereyi çekeyim? Kızılay’da, bak şehrin en göbeğinde en merkezi
yerinde bana estetik açıdan güzel duran tek bir yapı gösterebilir misiniz? Bahçeli’de
gösterebilir misiniz? Tunalı’da neresi var? Kuğulu park mı, yapmayın Allah
aşkına adamlar gidip Central Park’ı çekiyor. Sadece Amerika’dan da örnek
vermeyelim. O Tokyo, o Hong Kong fotoğraflarına zaten hiç girmeyelim ama.
Zaten biliyorduk ama bu program sayesinde Türkiye’nin ne
kadar estetik yoksunu bir ülke olduğunu, Türklerin de ne kadar estetik yoksunu
insanlar olduğunu bir kere daha anladık. Şu koca Ankara’da tek bir bina yok mu
fotoğrafını çekeceğimiz? Yok kardeşim.
Bir başka grup şey. Sokak fotoğrafçıları.
Bu konuda iddialı gibiyiz biraz ama. Bunda da çuvallamayı
başarıyoruz bana kalırsa. Çünkü Türklerde şöyle bir huy var, istiyoruz ki bir
fotoğraf çektik ya, o böyle renk cümbüşü olsun, böyle bütün renkler patlasın,
bütün efektler geçsin üzerinden. Yemin ediyorum en amatöründen en
profesyoneline kadar var bizde bu. Ama yok. Hayır, o devir bitti ya kimse
anlamıyor. Sade olacak çektiğin fotoğraf. Bütün dünya sadeleşiyor, Instagram'ın
kendisi bile flat tasarıma geçmiş, sen hala garip garip efektler kullanıyorsun.
Ya sepya kullanan var, çıldırıyorum.
Bir başka fotoğraf tarzı, hani şu yeraltına girenler. Yeraltı
treni, tramvay fotoğrafı çekenler. Bunun hastasıyım. Adamlar müthiş şeyler
çıkarıyor.
Ama ben Ankara’da hiçbir zaman bir tarafında inşaat olmayan yeraltı
treni görmediğim için bu da yalan oluyor. Ya şu Sıhhiye metrosunun fotoğrafını
çeksem ibretlik diye bakarlar, bu kadar rezil bir şey olamaz. Bunu da
yapamadık. Etti mi üç. Dört de olabilir, neyse.
Bir başkası. Yediği yemeğin fotoğrafını çekenler, hani. Başta
demeyeceğim dedim ama insan dayanamıyor.
Arkadaşlar bir bakıyorum, adam beyaz bir mutfak tezgâhının
üzerine gayet sıradan, bembeyaz bir kupa kahvenin fotoğrafını gayet düz bir
açıyla çekiyor. Tepeden çekiyor hatta. Sonra buna bir Vscocam filtre
yapıyor, o fotoğraf oluyor mu sana "minimalist". Bir de inanmazsınız
ne de güzel duruyor. Yalın böyle. Sade. Düz. Onun göze hoş gelen bir tarafı
oluyor.
Ama bizde öyle mi. Bizde bir fotoğrafta yüz farklı şeyi
gösterme çabası var. O kahvenin yanına hemen bir gazete. Gazetenin altında da
kitap. İşte amaç hem okuyor hem kahvesini içiyor pozu vermek filan. Elin
adamının böyle bir çabası yok ki. Bizde bir telaş var. Her şeyi anlatmak
istiyoruz. Herkese anlatmak istiyoruz hem de. Kültürel bir şey, farkındayım da
bunun. Sana güzel gelebilir ama estetik değil ki bu meret. Bunu anlayalım
istiyorum, estetiklik yok işin içinde. Mesaj var, kaygı var, of o kalabalık
kitaplar vesaireler...
Bir başkası da evinin çeşitli yerlerinin fotoğrafını
çekenler. Mesela ben size bir örnek göstereyim. Kendisine bayıldığım bir kadın, Alice Gao. Bu da Instagram’ın sayfasında bir fotoğraf. Evini çekmiş. Gezinebilirsiniz,
aynı evin kırk türlü fotoğrafını çekiyor. Mesela şu.
Şimdi buradan iki sonuç çıkartıyorum. Alice Gao, kendisi
gibi binlerce fotoğrafçı bulabileceğiniz bir fotoğrafçı ve kendisi gibi
insanlar da onun gibi, minimal, modern filan takılıyor.
Sonuç 1: Bizim memlekette böyle fotoğraflar çekmemiz imkânsız.
Çünkü yok abi kültürde yok. Kültür karışık. Ama lanet olsun ki ben böyle
şeylerden hoşlanıyorum. Ama itiraf edin bakınca size de bir hoş geldi.
Sonuç 2: Bizde diyelim ki böyle bir fotoğraf çektik, bunu
asla bu haliyle koymayız. Hiçbir filtre koymazsak bir çerçeve koyarız. Bir
beyaz çerçeve mesela. Bunu böyle bırakmayız. "Boş gelir".
Kadının çektiği yemek fotoğrafına bakın bi. Yani güzel
çekilince, şu mantarlı zamazingonun bile bil estetiği oluyor. Kimse bu kadar
profesyonel çek demiyor (kullandığı kamera Iphone bu arada) ama abi bi çabanız
da olsun ya.
Fotoğraf anlayışımız biraz değişse mis gibi şeyler de
çıkartacağız ortaya bak.
Doğa dediğin, ülkemin doğası güzel. Deniz dediğin, bizde. Ne
bileyim, ne güzelliklerimiz var ama sorun şu: biz bunları pazarlamayı
bilmiyoruz. Bunları yansıtamıyoruz. Bunların güzelliklerini yansıtamıyoruz daha
doğrusu.
Sonuca gelirken diyeceğim o ki, herkesin zevki kendine ama
ne olur biraz da estetik bi millet olalım ya.
Güzel binalar yapalım bi iki fotoğraf da biz çekelim.
Bir parkımız olsun böyle adam gibi. Gençlik Parkı’nın
ortasından geçen kokulu olduğu fotoğraftan bile belli olan yapay nehirlerimiz
olmasın.
Çelişki şu: kendimiz olmak istiyoruz ama evrensel olmak da
istiyoruz. Sen evrensel olana kendi yorumunu kat. Oraya "mu" (böğ)
fotoğrafı değil Türk kahvesi fincanı koy. Sade ama. Yanında danteller bir
şeyler yok. Bunu yapalım ya. Bu işte.
Bunun zenginlikle alakası olduğunu da düşünmüyorum. Sadelik
ya. Bu kadar. Bitti.