GÖRSEL BAĞLILIK: STEVE MCCURRY

05:00

Uzunca bir zaman sonra gittiğim en güzel fotoğraf sergisi, B. ile ancak son günlerinde Cermodern'de yakalayabildiğimiz Steve McCurry'ninki oldu. Afgan Kızı ile bilinse de Shaolin Keşişleri'nde adeta bir Fotoğrafçılık 101 dersi vermesi ile hayran olduğum; fotoğraflarında kurgu olmamasına çoğu zaman inanmakta güçlük çektiğim; her an canlanacakmış gibi duran portrelerinin önüne geçip fotoğrafı çekilen insanlara "hadi hikayeni anlat" demek istediğim, çoğu fotoğrafını çekmek için kaç gün harcadığını düşünmek bile istemediğim, üzerine saatlerce konuşulası fotoğraflar...

Bazen, usta fotoğrafçıların fotoğraflarına kendi vizörümün arkasından bakıp, ustanın nasıl bir bakışı olduğunu anlamaya çalışmak gerekiyormuş.


McCurry'nin fotoğraflarındaki tekniğin mükemmelliğini anlayabilmek için şu videoya göz gezdirmek bile yeterli olabilir.

Ayrıca kendi sitesi: Tık tık. Ve elbette ki dilden dile dolaşan, yeni gönderi geldiği zaman sevinilesi blogu: Tık tık.

KONFETİLERİN ARASINDAN

01:42

Bir yaz günü pantolonun paçalarını iyice yukarı kıvırıp, sıcacık kumlar ayak parmaklarımızın arasına girerken dalgalı bir denize doğru koşmak...

Bunun bir benzerini en son Ş. ile yapmıştık ve o zamanlar Samsundaydım, hatta saçma sapan bir video bile çekmiştik ve takdir edersiniz ki o günlerde videolar için bile pek bir "nasıl olmuş" kaygım yoktu; spor ayakkabılarımı elime almış, kendi etrafımda-onun etrafında-bana sorsanız denizlerin/karaların ve bizzat dünyanın etrafında dönüp duruyordum.

Pasparlak bir yaz gününün hayalinden Ankara'nın, daha şimdiden gündüz -5 dereceyi bulan ayazı gerçeğine dönmek kolay olmuyor ama heyhat, kış akşamları ile barıştım bugün.

Çok da kolay olmadı ama.

Kat kat giyinmiş bir şekilde istediğim gibi hareket edemediğim; değil çanta, fazladan bir küçük defter taşımaktan bile nefret ettiğim, fotoğraf makinesi taşımanın artık iyice çekilmezleştiği; metrolarda, metrolarda ve metrolarda durmaksızın okullardan okullara gittiğim; ancak kitapçıların içerisine kaçarak havanın kararmasını görmezden gelebildiğim kış akşamları size bahsettiğim...

Ama diyorum, tüm bu yılbaşı vitrinlerinin arkasında sadece kış akşamları evde tomurcuklu çayımı demlerken giyebileceğim, üzerinde kocaman harflerle "HOHOHO" yazan, kar ve geyik desenli kıpkırmızı kazaklar da var...

Bu kış akşamları İkea'da en küçük boy çam ağacına yılbaşı süsü beğenmek için de güzeldir diyorum kendi kendime; her fırsatta tez danışmanından şikayet etmek için de güzeldir; Chai tea latte içerken kurmalı bir McCabe saatin içindeki zembereği uzun uzun seyretmek için de güzeldir. Yılbaşı müzikleri çaldığını düşünen ama size daha çok bir İtalyan mafya filminde yürüyormuş hissi veren alışveriş merkezlerinin konfeti dekorlarının arasına karışmak için de güzeldir.

Geyiklerin etrafta rahat rahat gezebildiği yılın tek zamanı olduğu için çok daha güzeldir.

Sanırım kış akşamları en çok, takım elbiseleri içerisinde etrafta Harry Potter'ın yeni baskılarını arayan insanların kendilerine özgü ışımalarını görebildiğiniz için güzeldir.