PSİKOLOJİ: BİR ELEŞTİRİ

14:20



Türkiye’de bilim eğitiminin hayli yetersiz olmasındaki en büyük sebeplerden biri şüphesiz alan içerisindeki eğitimde alanın eleştirisi ile ilgili hiçbir konuya yer vermemek. Temel dogmatik yaklaşım buradan başlıyorken, Psikoloji bir bilim iddiası ile ortaya çıktığından beri çok sert eleştirilere maruz kalsa da, sadece Türkiye’de değil, Dünya’da da hiçbir şekilde “eleştirilemiyor”. Sonuçta kendi temellerini eski Yunan’a kadar dayandırmayı başarabilmiş görünen “tıbbi” bir bilimden bahsediyoruz. Bu yazıda Psikoloji'nin uçtan uca eleştirilebilir her kısmı üzerine konuşacağım, yazıda psikolog Ian Parker’dan ve makalelerinden, düşüncelerinden çok faydalandım. Yazının amacı Psikoloji'yi itibarsızlaştırmaktan ziyade kendisine karşı dürüst bir hale getirip birlikte daha uzun süre çalışmak için bir göz açabilmektir. Umarım yeni tercih edecekler, halihazırda öğrenci, mezun veya çalışan pek çok kişinin işine yarar. Paragraf paragraf, her konuya değinmeye çalışacağım. 


Psikoloji, kendisini insandaki işlevsel olmayan patolojik özellikleri/davranışları saptamak üzerinden tanımlar. Araştırma yapan psikologların amacı, biçimlenmesinde aslında sıklıkla etkin rol aldıkları davranışların (birazdan temellendireceğim) “bilimsel” bir tarifini yapmaktır. Yapacakları bu tarifin yansız olduğunu, kimseden yana taraf olmadıklarını varsayarlar. Her genel kuram, aynı zamanda genel kanıya, dolayısıyla da çağdaş sermaye düzeni altında sürdürülen hayatın insanlara normal ve doğal görünmesini sağlayan ideolojik açıklamalara dayanır. Bu noktada kolektif eylem tamamen patolojikleştirilir, burası çok önemli. Siz kolektif bir eylemin içerisinde bulunarak doğal ve pozitif bir sonuca ulaşsanız bile temelde iradenizi "teslim etmiş"sinizdir ve "mass hysteria" adı verilen insanların bir arada bulunmasının getirdiği histeri durumuna geçiş yapmışsınız. Alan içerisindeki deneylerde de, örneğin Zimbardo deneyinde oluşturulan cezaevi sisteminde, insanlara kolektif olarak örgütlenebilecekleri bir alan tanınmaz (oysa bir grup kurmak veya bir gruba aidiyet duymak insan hayatının çok büyük bir parçasıdır), dolayısıyla aslında gerçek dünyada bulunan seçenekler, toplumsal rollerin birey üzerindeki gücünü yok sayar. Burada psikologları politik tartışmalardan kaçınmaya iten, araştırmalarında belirleyici rol oynayan ödenek olanakları ve öğretim üyeliği yolundaki kariyerinde ya ana akım dergilerde yayın yapacaklarını ya da kaybedip gideceklerini hep hatırlatan Amerikan sistemi gibi başka güçlü etkenler vardır. Politikaya herhangi bir şekilde bulaşılmasını önlemenin en iyi yolu da, “sosyal psikoloji” veya “siyaset psikolojisi” gibi alanların her tür toplumsal ve politik içerikten arındırılmasıyla, iktidar, çatışma ve değişim meselelerinin salt psikolojik sorulara indirgenmesiyle olur. Burada Psikoloji kendisini "bireyin bilimi" olarak tanımakla korumaya çalışır, toplumsal konular, onunla ilgili değildir. Apolitikliği bu şekilde doğar.


Bu noktada Gelişim Psikoloji'sine değinmeden geçmek olmaz. Doğumdan itibaren ortaya çıkan Piaget’nin gelişim evreleri sayesinde en ideal toplum İsviçre oluverir. Afrikalı yerliler az gelişmiştir, çünkü "aktif bir çalışma" hayatları yoktur. Kendilerine yetecek kadar beslenmeye çalışmakta, günün geri kalanı yatmaktadırlar. Her defasında konu bir şekilde çalışma disiplini ve üretkenliğe takılır kalır (ve bu aşamada Psikoloji Marksist disiplinler tarafından çok eleştirilir). Oysa Batı'da da çok sayıda “çok çalışan” insan kendi benliğine yabancılaşmış ve hayli yalnızlaşmıştır; artık mutlu olmaları uzun süreli psikoterapi veya ilaç tedavisine bağlıdır. Bu aşamada toplum içerisinde genel bir dağılım oluşur ve “normal” denilen kitle ortaya çıkar, geri kalan herkes bu normale uydurulmaya çalışılırken psikolog bunun temellendirmesini yapmaya çalışır: “IQ yüksek ancak anksiyetesini kontrol edemiyor, hiperaktivite bozukluğu var”… Sonuç olarak mutlu aileler, “uysal işçiler” üretir ve psikolog, mutlu ailenin ne olduğunu araştırmayı ve işler ters gittiğinde onu tamir etmeyi kendisine görev bilir. Burası çok ağır, ama Psikoloji 101 derslerinde bile yeni öğrencilere kişinin psikoloğa gitmesi için gerekli koşulun kişinin bireysel ve toplumsal "işlevselliği"nin bozulması durumunda olduğu söylenir. İşlevsellik nedir? 


Psikolojide insanların danışmanlık almaktan veya psikoterapiden gerçekten faydalanıp faydalanamayacağına dair yapılan değerlendirmeler tekrar düşünülebilir. Terapiye yatkın olduğu farz edilenler, fiziksel tedaviden kurtulacak kadar "şanslı" görülür. Terapiye gelen kişilerden orada belli bir dili konuşabilmeleri beklenir, yani danışmanlık ve terapiye girebilmek, “konuşma tedavisi”nin harikalar dünyasına kabul edilmek demektir. Burada belirleyici olan, kişinin kendisi hakkında “doğru şekilde” konuşabiliyor olmasıdır. "Doğru şekilde" konuşabiliyor olmak, danışanın sorumluluğundadır ve doğru şekilde konuşmak temelde belirli bir bilişsel seviyeye sahip olmak demek olduğundan, bu seviye de sosyoekonomik durumla çok yakından ilişkili olduğundan Psikoloji'nin "sınıfsallığı" da tartışmaya açık bir konu haline gelir. Bu şekilde Psikolog kendisini "itham"lardan da kurtarmış olur, sonuçta karşısındaki kişi "sözle terapi" sırasında kendisini iyi ifade edememiştir?


Psikoloji içerisinde farklı çalışma alanları rekabet halindedir, bütünleyici değildir. Aslında bu seviyede “birey”e faydalı olma iddiası ile ortaya çıkmış bir bilimin kendi içinde bu kadar ayrıştırıcı olması ilginç. Bir dini/spiritüel/siyasi akıma körü körüne bağlı olan herkeste patoloji arayan psikoloğun, kendisini tek bir psikoterapi yöntemine hapsetmesi inanılmaz “doğru”dur. Logoterapi yapan, sadece logoterapi yapar; psikanalizden destek alamaz. Veya Bilişsel-Davranışçı psikolog, oyun terapisinden faydalanamaz. “Ekol” katı bir şekilde korunması gereken bir şeydir ve bunun temelleri sağlam bir yere oturtulamaz. Bu durumu lisans seviyesinde sorduğunuzda bile düzgün bir cevap alamazsanız, her nedense bir psikolog bir akımı benimsemeli ve onun yolundan gitmelidir. 


Ruhsal/zihinsel sıkıntılara yönelik tıbbi yaklaşımlar, psikiyatride tarihsel olarak gün geçtikçe belirginleşmiştir ve psikologların bazen psikiyatristlerden daha düşük bir statüye sahip gibi görünmesine yol açmıştır. Psikolog her daim bu uygunsuz gerçekle baş etmeye çalışmıştır; geçmişte de, şimdi de. Elbette psikologlar ilaç tedavileri için reçete yazma hakkına sahip olmayı da çok isterlerdi ancak bu durum sebebiyle, organik bağlantısı bulunabilen pek çok hastalığı (şizofreni, gibi) bilişsel terapi ile regüle edebileceklerini iddia ederek yerlerini sağlamlaştırmaya çalıştığı iddiasını da yok sayamayız. Baktığınız zaman 2021 Psikoloji'sinin elinde BDT dışında elle tutulur ne var? 


Bu noktada davranışçı olmayan, yani psikolojinin tek konusunun insanların gözlemlenebilir davranışları olması gerektiğini savunmayan psikologlar, davranışın “dolayımladığı” varsayılan bilişleri incelemeye yöneldiklerinde, dış dünyayı yapılandıran tüm neden-sonuç ilişkilerini bastırırlar ve kafanın içindeki dünyayı, tam da bu ilişkiler gibi göstermeye çalışırlar. İdeal dünyanız, sizi bir bölmeden diğerine yönlendiren okların olduğu dev bir ofis gibiyse eğer, o zaman bilişsel psikoloji size göredir. Bilişsel psikoloji, kafanızın içine, bürokratik akışlı bir diyagrama benzer bir varlık gibi davranır. Bu şekilde gerçek dünya ortamlarından soyutlanılır. Benzer şekilde algı araştırmaları, algılayan öznenin durağan olduğunu varsayar, “kontrollü” denilen deneyler yapılırken bile insan algısının nasıl bir oranda değişimlediği gözden kaçırılır. Akademide psikologlar hala “motivasyon”, “duygu” ve gözlemlenebilir davranış arasındaki bağlantıyı çalışmaya ve yabancılaşmış hayat koşullarında üretilmiş bu kategorilere sıkışıp kalmaya devam ediyor.


Bir başka konu, ki bence en önemli noktalardan birisi: Psikolojik araştırmaların büyük bölümü, insanlara ne üzerinde çalıştığınızı söyleyecek olursanız davranış biçimlerini değiştirecekleri önermesi üzerine kuruludur ve oldukça tuhaf bir biçimde, araştırma bağlamında insanların yaptıkları ve değiştirdikleri üzerine düşünme kapasitesi kötü bir şey olarak görülür. Çalışma nesnelerini aldatmanın ve ilgilerini ölçüm yapılan şeyden uzaklaştırmanın daha bilimsel olduğu varsayılır, dolayısıyla çıkan sonuçlar, deneklerin gerçek anlamda “fail” olmadıklarında yaptıkları üzerine kuruludur. Ayrıca, psikoloji araştırmalarının çoğu lisans öğrencilerine de dayanır. Öğrenciler birbirlerinin, araştırma görevlilerinin ve her türlü akademik personelin denek havuzu olur. Bu havuz, deneklerin belirli bilişsel becerileri sebebiyle önceden seçilmiş ve akademik görevleri yalıtılmış biçimde yürütmeye uygun bulunmuş olduğu anlamına gelir. İnsan ırkı bir anda “kağıt kalem sınavlarında uzmanlaşmış, yalnız, mülayim, uyumlu pısırıklardan oluşan” düzeye indiriverilir. 


Yetmez gibi, bunlara ek olarak, araştırmacı yaptığı araştırma için bir tutumu ölçmeyi amaçladığında ve denekten anketteki bir ifadeye ne ölçüde katıldığını veya katılmadığını belirten kutuyu işaretlemesini istediğinde sonuç, fikirlerinizin araştırmacı tarafından önceden belirlenen bir boyut boyunca düzenlenen “tutumlar” olduğu düşüncesini pekiştirir. Araştırmacı saçma sonuçlar aldıysa, bunun denekler tarafından düzeltilme ihtimali yoktur, çünkü zaten deneklere saçma seçenekler sunulmuştur. 


Ve ekolojik geçerlilik, düşer. 


Şunu da eklemek gerek: Psikoloji'de ölçeklerdeki boyutların ölçülmesi için araştırmacı bir soru havuzu oluşturur ve bu havuz içerisinden "istatistiki" yöntemlerle en "ölçücü" soru bulunmaya çalışılır. Ancak burada kullanılan, aslında bütün Psikoloji tezlerinde kullanılan verilerin analiz edilme şekli her an sorgulanabilirdir. Kişilerin davranışlarının temelde correlation-causation problemini dibine kadar yaşayabileceğimiz SPSS'te Varyans analizleri, Anova analizleri ile gerçekten "ölçümlüyor" olmak, bunu belirli bir p<.5 seviyesinde tutmaya çalışmak akademide sıklıkla karşılaştığımız tartışmalı şeylerden bir diğeridir.


Burada pek çok yanlılıkla da karşılaşırız: Zeka testlerinin ilk çıktığı dönemde kadınların yüksek puanlar almasından sonra ölçümlenme şekli hızlıca değiştirilir ve bir daha bu konudan hiçbir yerde bahsedilmez. “Bağlanma kuramları” aracılığıyla aile, kadınların çalışması için bir mekan haline getirilir. Baba, hiçbir zaman annenin sağlayabileceği “sıcak” güvenli bağlanma hissini veremez çünkü. Spor psikolojisi, erkeklerin hüküm sürdüğü, kadınların sadece jenerik olarak katılabilecekleri bir alan haline gelir vs vs.


Devasa yazının sonuna doğru, aslında pek çok blur tarafı olup bunu yarınlar yokmuşçasına inkar eden bir bilim dalı ile karşı karşıya kalırız. İçerisi yayın rekabetçisi, danışan rekabetçisi, kazanç rekabetçisi insanlarla fokur fokur kaynarken; bir yanda bir P değeri arasına sığdırılmaya çalışılan SPSS analizcileri, bir yanda harıl harıl anket çözen lisans öğrencilerini, bir yanda işverene daha fazla ek kaynak sağlamak için çalışanları motive etmeye çalışan endüstri'cileri, bir yanda devam eden çözümsüz psikoterapileri görürüz... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder