IŞILTILI BİR KAFA KARIŞIKLIĞI

11:40


Tamamlandığımı umarak ve hayata ve evrene bunun için teşekkür ederek; rüzgar ağaçların arasından eserken düşündüklerim ve gülüştüklerimi hatırlıyorum, kuğuların üzerinden uçuşup etrafa saçılarak tekrar bir araya geldiğim o günler... 

Oh mis gibi Moda havası...

Şehrin en güzel ışığını arayarak geçirdiğimiz esrarengiz birkaç aydan sonra... İşte, Gayrettepe metrosunun iş çıkışı kalabalığına kendimi bırakmış, hafifçe savruluyorum. Hepimizin içten içe bildiği o belli belirsiz silikleşme hissi. Bir an. Bir an sonra tekrar buradayım: Nisan bile bitmiş, Mayıs oluşuyor. Mayıs, arkadaşınızın mutfak tezgahına oturup gülerek Michele’den bahsederken kalan son yeşil elmalardan birini yüzünüzü buruşturarak yemekle aynı şey. Mayıs, ışıltılı bir kafa karışıklığı, geceyarısı eve gelme mahcubiyeti, alarm çalmadan uyanmak... 

İşte, en nihayetinde, kış gerçekten bitmişti. 

Gece Frankfurt Havalimanı hakkında güzel bir belgesel seyredilmiş, yolda bir tutam İsveç Semla'sı dişlenmiş, adını her defasında unuttuğum ve aslında çok da önemli olmayan Rus Kilisesinde rastlanılan Paskalya ayiniyle kutsanmış, üstüne bir tutam Londra yağmuruna yakalanmış, en son hayli yabancı bir Corolla’da Bedük dinlerken keyifle sallanmış-tık... 

Kış, Nişantaşı’ndan Maçka’ya inen yollarda sallanarak yürürken bitmişti. Fark etmek için bir an durmam gerekmişti. 

Aniden bir pazar sabahı farkındalığıyla toparlanmaya başlamıştım: Kuru temizleme işleri halledilmiş, ayakkabılar lostraya verilmiş, yıkananlar ütülenip valizlenmeye başlanmıştı. Yorgan yüzlerinin, kilimlerin değişim vakti gelmişti. Yazlıkları tek tek çıkartmış, Kondo ile katlamış, tüm bunları yaparken elimde limonlu bir soda ile etrafta anlamsızca dolanmıştım.

Her şey değişiyordu, her şey -bir acayip- değişiyordu.

Sabahlar değişiyor, akşamlar değişiyordu.


Kettle’ın suyu kaynatmasını beklerken Tuzla’da bir evin deniz manzaralı Fransız balkonundan öteye dalıp gitmiştim. Birazdan adına yaraşır bir Earl Grey demleyecek ve içeriden mırıl mırıl bir ses gelirken kendimi Poang’ın üzerine atacaktım. Biraz, duracaktım. 

Kış resmen bitmişti.

Kış, biz vapurda kendi kendimize bir oraya bir buraya giderken bitmişti.

Ellerimizde poşetinden damlayan sularla yıkanmış papaz eriklerle, şaşkın, senenin tam ortasında kalakalmıştık.

Dragos Sahilindeydik, ellerimizde ıslak erik poşetleri...

Yol boyunca keyif aldığımız Mirkelam şarkılarından bahsetmiş, kendi aramızda bir müzik grubu kurup dağıtmıştık -ben korkunç detone bir solist olmuştum-; genel bir ritüel olarak hayat pahalılığından şikayet bile etmiştik...

Bir kış nasıl biterse, 2019 yılının kışı da aynen o şekilde bitmişti.

Barış Bıçakçı'nın dediği gibi, "...sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. Tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek"ti...