LVIV, TEMMUZ 2021.

13:11


Bilmediğin şehirlerde gece yarısı hostelin camını kapatmak için dışarı baktığında sigara içen kısa saçlı kadın, sabah baharatçısı, hoşçakal ev… 


Adım adım işlediğimiz pek çok şey var, bir pamuğu ince ince eğirir gibi… Güneşin biraz daha mavi tonlarında düştüğü yerlerde gezerken çocuklarıma anlattıklarımı düşünüyorum. Pembe biberli beyaz çikolata, bazen sıradan bir filtre kahve, bir dinlenme tesisi… Sapsarı ve uzun saçları olan kızıma Polonya savaş hikayeleri anlatıyorum, Galiçyalı Danilo’dan bahsediyorum ona, Moğollara karşı nasıl yenildiğinden ve benim tüm bunları öğrenme şeklimden… Gülüşüyor iki kişilik üç kişilik dört kişilik gülüşüyor tek başına… 


Eski bir fotoğrafı çerçeveletmiş duvara asmışlar, Ahmad Tea’nin seylan poşet çayını demlemek için kettle’ı beklerken biraz inceliyorum. Hayat 1800’lerden sonra aslında çok değişmiyor, bu fırın hala orada ve daha dün Gürcü kadından ıspanaklı peynirli sıcak börek almıştık. İçeriye davet etmişti nedense çok girmek istememiştim, belki ben onun için bir işarettim o gün. Kimlerin bir işareti oluyoruz mesela, bir şeyin olması için son adım oluyoruz. Kızı düşünüyorum, küçük kız epey gülüyor bu hikayelere, onun için gerçek dünyanın çok ötesinde bir yer burası. Politeknik’ten eski mezarlığa giden yolda dinlediğimiz birkaç şarkı var, hava yaklaşık 30 derece olduğu için aklıma tabii ki Olafur Arnalds açmak gelmiyor, hayır bu havada değil. Akşam maskemi indirdiğimde nasıl yanmış olduğumu görüyorum, ertesi sabah ruj ile yanaklara pıtpıt yapmaya gerek kalmayacak sevimli bir pembelik… Oysa bakımsızlaşmaya çoktan başlanılmıştır; kıyafetler daha çok kirlidir yine de bir umursamazlık cildi güzelleştirir…


Kimlerin bir işaretiyizdir diye düşünüyorum tekrar; son bir adım bölüm sonu canavarıyızdır, birileri için bizden geçtikten sonra her şey bitecektir…


Ya da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.


Burası güzel bir şehir diye düşünüyorum Ivan Franko Parkında bir bankta oturup taraçalarda dolaşanları izlerken. Bu şehirde bolca yürüyüş yapabilir, 45 grivnaya günde birkaç kere Monin şuruplu buzlu soğuk içeceklerden alabilirsiniz. Akşama doğru ortaya çıkan canlı müzikle birlikte sokaklarda ufak ufak dans edebilirsiniz. Biraz yorulursunuz, ama bir köşe başında iyi bir fırın keşfedince unutursunuz. Saudade…


Ben doğduktan sonra diğer insanların hayatında aynı anda oluşan anılar ve ben öldükten sonra silinen ihtimaller… Ivan Franko Parkında taraçalarda koşturan küçük kızlar, ellerimde uzak bir ülkeden kalan kedi izleri… Hayatımıza bir şey almamız gerek diye düşünmüştüm, yoksa sarmal olarak kendi kendimizi tüketip duracağız. Hepimizden geriye sadece tek bir kişi kalana ve tüm o hatıraların ağırlığı o kişiyi kontrol altına alana kadar. Lviv bugün 33 derece. Petra Doroshenka Caddesindeki odamıza çok yakınız, bunun getirdiği bir “arka bahçe” hissiyatı var. Birazdan dönüş yolunda adından emin olmadığım ama Gelatorio diyesimin olduğu bir dondurmacıdan yabanmersinli dondurma alacağız. Bir kız var kasada, İngilizce 100 diyemediği için bir fişin arkasına yazıp insanı olduğundan daha masum gösteren bir mahcubiyetle biraz da gülümseyerek gösteriyor. Bu gülüş diye düşünüyorum, çoktaaan birisine ev olmuştur. 


Üniversitenin Uluslararası İlişkiler binasına yansıyan akşam güneşi kıyafetlerime dokunup şöyle bir geçiyor. Aniden körkütük aşık oluyor, aniden kendime geliyorum. Galiçyalı Danilo aşkına diyorum, o da neydi?! 


**


Adım adım işlediğimiz pek çok şey var… Pamuk eğirir gibi ince ince… 

MARUS THE EMPRESS

03:40

Kesinlik hali. Keskinlik hali.


Ancak ve ancak ekinokslarda karşılaşacağın, 04:55 olduğunda derin bir Klein mavinin içindeki gökyüzüne aynı anda bakıyoruz, bir kahramanlık hikayesi bu, bir başarma hikayesi. Tüm o soğuk ülkelerde unutmak için adım adım yürüdüklerimiz ve peşini sürdüklerimizin hikayesi. Ormanlarında dolaştığımız ve yabani eğreltiotlarına basıp düşerken hatırladığımız şeylerin hikayesi. Kervangeçmez tavernalarda başını kaldırdığında göz göze gelenlerin hikayesi, o an artık yola çıkma vakti gelmiş ve imparator, imparatoriçe, yerini almıştır…


Salaş bir hikaye bu. Salaş, çetin, birbirine yoldaşlık eden çok kimsenin olmadığı bir hikaye. Küçük imparatoriçe, sevimlilik büyüsüyle kontrol altına aldığı Büyük Aslan’ı yönetmekte ve ona tatlı emirler yağdırmaktadır. Büyük, çok büyük bir denizin kıyısında durmuş karşı kıyıdaki askerlere baktığımız bir an yaşarız. Bu bizim birlikte olduğumuz, aynı gurur ve korku duygusunu yaşadığımız anlardan birisi. Bir esiş, bir gürleyiş aramızdan geçer. Uzun bir aradan sonra birlikteyizdir, uzun bir aradan sonra kendimi bağlanmış hissederim. Kabul etmesi zor, inkar etmesi zor, karşına alıp savaşması zor bağlanışlar. Birlikte bir şehri bozkırın ortasına inşa ederiz.


Gece uykusundan da önce geceyi öğrendiğimiz bir gerçeklik oluşur.


İmparatoriçe, görkemli bir göz devirişi ile yol gösterir, peşinden gideriz. Tüm kolluk kuvvetleri toplanmış, neşeli mi tedirgin mi olduğu belli olmayan bir akıl karışıklığıyla hareket eder. Bir dalganın arkasındaki diğer dalga oluruz. Diğer dalganın arkasındaki rüzgar oluruz. Peşinden geldiği göklerdeki kuzgun, tundralarındaki aslan oluruz.


Bir bakışıyla mest olan çocuklar oluruz…