TAM DA YERLİ YERİNDE

12:43

2 gün geceli gündüzlü Just Cause 3 oynadıktan sonra, elimde balkabağı ile tren garında...

Yol arkadaşım, balkabağı....


Balkabağı ve Sonsuz Arkadaşlık Günü kutlaması için özel olarak hazırlanmış...


Ankara'yı zihnimde o her zamanki soğuk Aralık görüntüsüyle bırakıyorum: Yün atkımdan gelen temizlik kokusu, Maxfm'de Led Zeppelin ve ardından AaRON, Emek'ten Tandoğan'a sokak sokak keyif turu atarken arabanın sobamsı sıcaklığı ile oluşan sessiz huzur anı...


Anılarımın anıları...

Hikayeler...


*


Uzun zamandır buralarda yoktum. Yine.

Son birkaç haftadır hayat o kadar yoğun geçiyor ki... Haftasonları atölyelerdi, arkadaşlarımın gelmesiydi, bir ara Ankara'ya gidip gelmeydi, fotoğraf çekimleriydi derken vakit hızlıca akıp geçmiş. Size neler yaptığımdan epey bahsetmek isterim ama canınızı da sıkmak istemem. Sadece aklıma gelen birkaç parça görüntü var.

Bunlardan birincisinde Beykoz'dayız, Insignia'nın uçağımsı yan koltuğunda oturmuşum, Ehrling'den Dance with Me çalıyor. Bu şarkı, muhtemelen Frisco sahillerinde dinleyerek dans edeceğim bir şarkıyken, ilginç bir şekilde Çavuşbaşı'nın virajlı yollarında da gayet keyifli gidiyordu. Böyle olduğunda içim içime sığmaz şekilde mutlu olurum. O an şunu düşünüyordum, İstanbul'a taşınma sürecimde yeni iş yerime evraklarımı teslim etmem gereken bir gün vardı. 15 Haziran. O gün, Kartal metrosunun girişinde bir ara ağlıyordum. Bunlar anlatması çok keyifli şeyler değil ama durun, bence önemli olan kısmı şu: Beykoz'un nefis manzaralı caddelerinde salınırken, insanın mutlu olabilme kapasitesine bir anda çok şaşırıyordum. Aynı insan, iki ayrı gün: Nasıl yaşanabilir? Mucize gibi bir şeydi. Bir uçtan, bir uca bu kadar hissedebilmek...

Benzer bir süreci en yakın arkadaşlarım İstanbul'a geldiğinde de yaşamıştım. Sizler bilmiyorsunuz, muhtemelen dünyanın en mutlu insanı olma başarısı iki gün boyunca benim şampiyonluğumda devam etmişti. Tam da üniversite zamanlarımızdaki gibi: Sanki B. yine Erasmus'a gitmiş ve geride kalan biz üçümüz yine takılıyor (sıklıkla onun dedikodusunu yapıyor) ve deliler gibi gezerek fotoğraf çekiyoruz. Bu mutluluk bana hep bir şeyler getiriyor: Aynı gün içerisine çok istediğim bir kulaklığı tam %40 indirimle tamamen tesadüfen görüp alıyorum, Kinfolk'un sayıları 35 liraya düşmüş oluyor, Vitruta'yı keşfediyorum, Çengelköy'de yediğim böreklerle kendimden geçtiğimi düşünürken bir bakıyorum BeyKaraköy'de birine şakacıktan aşık olmuşum. Çok fazla Christmas filmi seyretmekten diye gülüyorum ama o gün her nasılsa herkes bana bunun evrenin bir işareti olduğunu söylüyor. Bence haklılar. Gül sürekli olarak benim tüm dualarımın kabul olduğunu, sadece içtenlikle istemem gerekmesinin yettiğini iddia ediyor. Üniversiteye başlarken iyi arkadaşlar bulma konusunda dua etmiş olduğumu size söylemiş miydim? İşte şimdi size tüm sırrımı söyledim.

Hayat ilginç, kış hızlıca geçiyor ve belki de geçti bile.

İş yerinde son zamanlarda keyifle çalışıyorum (ve çok da yoğun). Size bunu demenin ne kadar büyük bir lüks olduğunu anlatamam. 13 kişilik, tamamen erkeklerden oluşan bir ekipte tek kadın olarak işe başladığımı biliyor muydunuz? Muhtemelen hayır. Bunu ilk öğrendiğimde hayatın bana garip oyunlar oynamakla epey meşgul olduğunun farkındaydım ve anlamlı bir şekilde gülümsemiştim. Bir noktadan sonra ekip içerisindeki Counter turnuvalarına dahil edilmem kararı bile alınmıştı. Bunun ne kadar büyük bir güven göstergesi olduğunun farkındaydım: Çok çalışacak, çok antrenman yapacaktım...

Her zaman için anlatacak o kadar çok hikayem var ki... Bunların bir nedeni olduğuna yürekten inanıyorum: Kötü geçen bir günün akşamında Magic Mouse'da öğrenci indirimi olup olmadığını sormak için aradığım Apple müşteri hizmetleri'ndeki temsilcinin dertli olduğu bir ana denk geliyorum. Her nasılsa bir ara karşımdaki temsilci nedense bana terapi gibi geldiniz diyor. Sonrasında kendi kendime epey gülüyorum. Asansörde tek başına yakaladığında kendisine göz kırparak mutlu olmaya çalışan bir insan olarak, bunların hepsini alıyorum. Yani evren, mesajların yerine ulaşıyor.

Geçtiğimiz günlerde kulüp olarak bir süre kahve toplanması yapmaya karar vermiştik: Bu kışı, birbirimize yakın durarak ve İskandinav tarzı kafelerde Mac'lerin başında filtre kahve içerek geçirecektik... Aslında hikaye tam böyle değil. Her şey benim garip balkabağı hikayemle başlamıştı, daha doğrusu Gaye'nin her sabah erken kalkma motivasyonunu nereden bulduğunu keşfetmeye çalışmamla... Erken kalkmak için yüce (gerçekten yüce) bir amacım olsun diye Ankara'dan getirdiğim balkabağı (haftaiçi bir sabah erkenden kalkıp şekerleyecektim ve bu süreci fotoğraflayacaktım, sonra bloga yazacaktım vs vs), çeşitli badireler atlattıktan sonra kulübün karşısına İmkansız Balkabağı olarak çıkmıştı. Hiç umursamayacaklarını, hatta üzerime güleceklerini düşünürken IT'cilerimizin bile Balkabağı'na aşırı derecede sahip çıkması hepimizi şaşırtmıştı. Gerçekten, bunu ciddi ciddi oturup kutlamıştık ve Balkabağı arkadaşlığı adını verdiğimiz bir şey ortaya çıkartmıştık. En sonunda İkea'da yılbaşı peluşlarıyla oynamak ve fiyatlara söylenmek bizim için fazlasıyla yeterliydi. Neredeyse 15 kişi olmuştuk. Tüm hengameden sonra ben hala sabah son anda uyanıyor, hala neredeyse geç kalıyordum...

Bambaşka bir günde, S. ile beraber Gabfoods'a gitmeye niyetlenmiştik. Gabfoods, bence insanın Boğaz manzarasına karşı yaşadığı hayatı sorgulamaya başlaması için harika bir yer. Pahalı Acaitella'nızı yerken kaliteli bir yaşam sürmeye dair inancınızı sorgulayabiliyorsunuz ve ben böyle fırsatları kaçırmayı hiç sevmem. Güzel bir ışıkta, güzelce sohbet ederken içimde aniden şöyle bir hissiyat belirmişti: Hazır yılsonu da yaklaşıyorken, acaba 2018 yılında öğrendiklerimle alakalı bir şeyler yazsa mıydım? Bebek sahilinde haftasonu sabahı köpeklerini gezdiren insanlara bakarken kafamda birkaç maddeyi çoktan sıralamıştım bile. Bir an sonra hem 2018 yılımı, hem de 25 yaşımı kutsamam gerektiğini hissetmiştim. O kadar çok bir şeyler yapma isteğim vardı ki, kendimi sürekli ileriye ittiğimi fark etmem biraz uzun sürmüştü. İleri, ileri, ileri. Sürekli yeni bir şeyler: Akşam evde Udemy kurslarıyla Adobe uygulamalarını öğren, User Experience Design eğitimi ayarla, öğle aralarında Toefl çalış, Amerika'da yüksek lisans araştır, Zemin İstanbul için Mobil Fotoğrafçılık eğitimi tasarla, günlük 15 dakika audiobook dinle, oku, oku, oku...

İçsel motivasyonumun dibini tahta kaşıkla sıyırıyorken, aslında bu ileri atılmanın bazen beni zorladığını fark etmiştim. Yer yer yorulmuştum. Hayır, Aralık ayında aynı anda hem geyikli hem de kırmızı pötikareli battaniyemin altında kıvrılıp Drop Dead Diva ve olabilecek her türlü anlamsız Netflix dizilerini seyrederek geçirecektim. Puanları 6'yı geçmeyecek romantik komedileri keyifle seyrederken tembellik etmenin hakkını verecektim.

Pirinç ışıklar etrafta yanmaya başlamış ve biz yine bir akşam, B. ile usul usul konuşuyor, onun ren geyiği sayım memuru olma hayalinden bahsediyorduk. Birkaç gün öncesinde YKY'nin her zamanki yılbaşı dekorasyonlarının videosunu çekmek için Kadıköy'e kadar gitmiştim. Yılın bu vaktinde her şey, ben başka bir şeylerle ilgileniyorken bile gerçekte olması gerektiği gibiydi: Tam da yerli yerinde...