ESKİ DOSTUM CARTER

05:08

Başka bir hayata dair başka anılar... Başka inatlaşmaların başka kavgaları bunlar... 


Pruvasında durduğum hırpalanmış bir filikayı deniz taşlarından oluşan büyük bir kıyıya vurarak oturtuyorum. Düşünmek için uzunca vaktim var artık. Pek çok manzaraya bakarak geldiğim bu yarım ada, bozkırlardan ve tundralarından geçtiğim ülkeler, limon çiçekleri ve geri kalan her şey... 


“Affedersiniz Konsolos, 20 saatiniz var.”


Televizyonda Bitirim İkili'nin bitter çikolatası çapkın Carter üstü açık bir arabayı son hız sürerken telefonda konuştuğu kişiye kendisini sevimli bir şekilde bencil ve egoist olarak tanıtıyor. Gözünüzde canlandırabiliyorsunuz değil mi: 28 yaşındayım, arkadaşlarım tarafından tansiyon-düşüren olarak tanımlanan kötü ışık sebebiyle tamamen karanlık bir salonda uzanıyorum, üzerimde Johnny Cash tişörtü yok ama ciddi bir sarhoşluk beklentisiyle sade soda içiyorum ve uyku öncesi kablolu kanalda Carter’ın güleç yüzüne bakarak aynı güleç yüzlü mutluluğu kendimden bekliyorum. 


Makineler, dikkatsizlik, şarj kabloları. Tüm serotonin inhibitörleri sönünce geriye kalan “ee nasıl olacak şimdi” beyni... “Abi ne yapabilirim, buna da şükret şimdiye kadar gayet iyi idare ettik” beyni. Arada yediği çikolatadan gelebilecek tüm mutluluğu aldığı kalorinin tedirginliğini bastırmaya çalışarak emmikleyen tam zamanlı çalışan beyni... Bu eski, karanlık makinenin insanı üzen farkındalık seviyesi... Carter’ın yüzüne bakıyorum, istediğim hayat budur diyorum ya. Eski dostum Carter, bana uyku öncesi yaşamı sorgulama anında resmen eşlik ediyor. Hayat ya. 


Başka bir hayatın başka dertleri bunlar... Hafta sonu trafiğinde arabayı bırakıp yolun geri kalanını koşarak gitmek istediğiniz ve buna başladıktan sonra Şener Şen’in üstünü parça parça çıkartıp atmalı koşusuna döneceğinden emin olduğunuz hayatın dertleri. Biz böyle şeyleri hiçbir zaman istemeyiz ve böyle şeylere yol açmayız. Biz aşk çeşmesine atılmış bozuk paralar gibi umutlu bir şekilde “hoop!” ederek bir delilik yoluna düşeriz ve hayat devam eder... Ne kadar temiz bir atlayış olduğunu anlatırız insanlara, ne kadar da Darphane’den sıcak çıkmış bozuk parayızdır ve ne kadar özelizdir, nasıl bir başarıdır bu kadar temiz kalabilmek... 


Başka inatlaşmaların başka kavgaları bunlar...


Bizim de inatlaştığımız zamanlar oldu, bizim de kendimizi güzel bir şekilde anlatırsak dinleneceğimizi sandığımız zamanlar oldu. Bizim de her şey mantıklı bir şekilde konuşulursa çözüleceğini sandığımız zamanlar oldu. Bisiklet sürerken yüzümüze esen rüzgarla tüm iç sıkıntılarımızın uçup gideceğini sandığımız zamanlar, işte, Carter’ın neşesi ile yuvarlanırız geniş bahçelerde ve umurumuzda bile olmaz nereye düştüğümüz... 


O an birisi yumruk yaptığı elinde baş parmağı ile bizi bir aşk çeşmesine fırlatır atar, değerli bir külçe gibi tepetaklak olurken “hoop!” ederiz sevinçle. Bizim olayımız budur işte, beyinlerimiz vücudun yedikleri arasında kendisini biraz olsun mutlu edecek bir şey var mı diye didikler durur. 


Ama başka hayata dair başka gerçekler bunlar, biz sabah olduğunda asla böyle olmayız. Her sabah filikamızın başına geçer efendi efendi kaptanlık yaparız, yolumuz da yol arkadaşımız bellidir. Bizim öyle coşkulu aksiyon hikayelerimiz olmaz, dümdüz devam ederiz, elimizde bir sade soda. Tuhaf şeylere bulaşmayız, tuhaf şeyler de bizimle uğraşmak istemez. Bir enkaz haline gelip okkalı bir gürültüyle karaya oturuncaya dek kaptan köşkümüzdeki makinelerin ve şarj kablolarının arasında yaşamaya devam ederiz...


Başka hayatlar bunlar, çok başka...