SENENİN İLK HAVUÇLU KEKİNİ YAPMAYA KARAR VERDİĞİM O MÜŞFİK AN

09:19

Ekim sabahı bir kömür tozu gibi üzerimize yapıştığında ve kirli bir iz bıraktığında buradayız, senenin ilk havuçlu kekini yapma kararı aldığımızda, aynı fırının sıcaklığında balık bile pişirdiğimizde, bir anda kendimizi roof’ta komşunun çocuğunun doğumgünü kutlamasında bulurken veya kararsızlık içinde uyuklarken… 


Akşam trafiğinin güven verici ışıltısı.. Ehrling Laahge sessizliği anlatıyor, sonra masadan kalkıyorum. Bağdat Caddesinde intihar var ve bu trafik ondan… Biraz ileride Kale 1969’da ellerinde biralar ile camın dışından Fenerbahçe'nin maçını seyredenler… Tanıdık bir görüntü. Buradan eve yürüyebilirdim ama nedensiz tatsızlığım her şeyi önüne katarak coşkuyla vuku buluyor. Banliyö treninin rayda bıraktığı gıcırtılar ve eve dönüş trafiğinin bile azalmaya başladığı saatler… Her zamanki manzaraya bakarken bir neon lamba daha sönüyor ve bu lamba içimdeki “eve geç kaldım” hissini kesinleştiren son şey oluyor. Oldum olası hava karardıktan sonra dışarıda olmaktan hoşlanmayan saç tellerim adeta titreşiyor. Biraz hızlanıyorum artık… Bir yandan içimden eve gidince yapılacaklar listesi yapıyorum ve bunların içinde farklı listeler yapma görevi de var. Zihnimde bir alt başlık açıp "alışveriş listesi yap" da yapıyorum ve altına eklemeler: sünger, tarçın, soda ve buzluk için yeşil sivri biber… Altına başka şeyler ekleyeceğim görevini de ekliyorum, her şey birbirine giriyor. Ne yapıyorum ben ya? Yarın evi temizlemem gerekiyor her şeyden önce… Çok fazla dışarıda vakit geçiriyorum, evi temizle, evi temizle… 


İnanamıyorum bu senenin böyle geçtiğine, işte Ekim bitti artık ve zaten bundan sonra geriye evlerimize çekilip kışı geçirmek kaldı… Size ne anlatacağımı bilmiyorum bile, o kadar çok şey oldu ve hepsi olurken ben “akşam eve gidince yazarım” diye düşünüp sonrasında akşamlarımı kedi ile oynarken geçirdim ki. En son yorgunlukla ve gittikçe daha erkene gelen saatlerde uyudum ve bu döngü gittikçe sağlamlaştı… Bu sene yeni şeyler hayatıma girdi ve bunları çok fazla sorgulamadan kabul ettim: Bazı şeyler hayatımda kendisine zaman ayırma etkisi gösterebiliyorsa demek ki iyi geliyor bana diye düşündüm ve öylece akışa bıraktım. Bu sene çok fazla çıtır kuruyemiş yemedim, işte büyük bir değişim! Bu sene dışarıdan hiç yemek söylemedim ya da dışarıda tek başıma yemek yemedim. İşte büyük değişimler daha… Bu sene o kadar çok hareket ettim ki hayatımda ilk defa farkına varmadan zayıflamış oldum ve bu beni mest etti. Biraz daha hareket ettim bunun keyfiyle. Biraz daha… Bu hareket halinde olma hissinde bir şey buldum, bir canlılık hissi, bir keyif. Bir şeyleri ritmiyle yapmak önemli oldu ya da buna dikkat etmek benim için bir şeyleri güzelleştirdi. Aynı kalan şeyler de oldu, hep benzer country şarkılarını Spofity’da ısrarla beğenmeye devam ettim ya da aynı kot takımı bir yaz daha giymek konusunda bir şey yapmadım. Televizyonu ve Netflix’i tamamen kapattım ve bu epey doğal yollarla oldu, bütün pudralı makyajları ve güçlü ışıklarıyla ekranda yorulmak bilmeden konuşan ve hareket eden insanları kapatmak ilk başta sadece bir akşam için iyi bir fikirdi ve bunun devamı geldi… Bu sene, artık 29 yaşımda kendime ilk bulaşık makinemi almak için doğru bir seneymiş hissi verdi ve bunu başardım: 2 metrekare olmayan mutfağıma bir de makine girince oluşan kaosu yönetmeyi başardım. Bu küçücük mutfakla ağırlanan misafirler, yapılan yemekler, iş yaparken aradan çıkartılmış telefon konuşmaları, neler neler… Sadece mutfağımla ilgili bir yazı yazsam okunur mu diye düşündüğüm çok fazla an yaşadım... İsveç esintili bir, "accompany me by the kitchen sink, we talk about love, we talk about dishwasher tablets, and we dream about heaven..."


Bunların hepsi varoluşun tuhaf iplikleri ile birbirine bağlı farklı hikayeleri haline geldi... içimdeki alışveriş listesine yeni bir madde daha açtım: Mutfak havlusu... Nasıl unuturum...


Ne diyorduk, bu sene geçti. Henüz 2022'e veda yazısı yazmak istemiyorum, hayır hayır. Hayır...


Havuçlu kek yapmayalı uzun zaman olmuş, yemeyeli de... Neden bu kadar atladım bilmiyorum o an, aniden bir "aslında epey özlemişim" hissi bastırıyor. Madem yolu yürümeye karar verdim, içimdeki tarifle alışveriş listesini de çapraz kontrole tutuyorum. Tarçın, evet yazmıştım... Ceviz. Ceviz de yok, ama evde fındık var. Frosting için krem peynir, var... Bir an koşar gibi oluyorum heyecanla. Böyle şeylerin bir ritüel değeri yok mu gerçekten? 2 metrekare olmayan mutfağımda dünyayı kurtarıyorum, baksanıza...