TAM YİRMİ ALTI

12:01


Bir hayalimin içindeyim: Arkadaş’ta, çocuk bölümüne yeni gelmiş puzzle’ları inceliyorum.

Kinfolk’un tüm sayılarını Bey’deki indirimde yakalamış olmama rağmen hala Food and Baverage kısmında aynı dergileri aramak, Hobi’deki suluboya çiçek çizimleri...

Burayı neden bu kadar çok seviyorum, burayı neden bu kadar çok seviyorum, burayı neden bu kadar çok...

Oysa sen pis bir alışveriş merkezisin. 

Böyle bir yaşantım olabilirdi; şu an buradan çok uzaktayım. 

Şu an neredeyim biliyor musunuz, 20 Ocak Pazar sabahında gözlerimi açmışım ve mutfaktan gelen tıkırtıları dinliyorum. Hafif bir pancake kokusu evi sarmaya başlamış. Salonda televizyon açık, magazin programlarından birinde bir klinik psikolog hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor: "Panik atak geçirenler öncelikle nefeslerini düzenlemeye çalışmalı ve ölüm düşüncesinden uzaklaşm..." 

İşte benim doğumgünüm. 

Gece yarısından itibaren kutlamalar, en sevdiklerimin büyük bir kısmından uzakta da olsam, başlamış durumda.

Bu şekilde bir başlangıçtan sonra o hafta Hyslop'un Spark'ını dinlerken hem 25 yaşım, hem de hayatım üzerine düşünmek için epeyce vakit harcayacaktım. 

İlk başta 26 yaşıma, sağa çekip dörtlüleri yakıp öylece beklemek için girmiş gibi hissetmiştim. Bir Pazar sabahı; mutfaktan gelen tıkırtıları dinlerken ayağımı debriyajdan çekmiş, vitesi boşa almış, bekliyordum.

Yeni bir hayata atıldığınızı bilincinizin en derinliklerinde dahi bilirken hızlı giyinemezdiniz. Geriye kalan her şeyi arkada bırakabileceğiniz bir törenle yavaş yavaş giyinirken.. birazdan artık o eski siz olmayacağınızı bilecektiniz. Keyifli, biraz da ürkütücü bir nokta. Üzerinden bir süre geçtikten sonra çilekli Ronnefeldt çayınızı tatlı tatlı içerken aklınıza bile gelmeyecek, bir an. 

Varlığınıza dair her şeyi en baştan sorgulamaya ve hayatınızı yeniden tasarlamaya başladığınızda geçmişiniz kolunuza girip size eşlik edecekti. Otobiyografik bellek üzerine tez yazarken okuduklarınız zihninizde bir süre tekrarlanıp duracaktı: “belleğin rekonstrüksüyonu, belleğin rekonstrüksüyonu, belleğin...”. Şimdi'yi hiçbir şeyi inkar etmeden geçmişin üzerine inşa edecektim, anılarım zamanla kil hamuru gibi yeniden şekillenecek, kimisi silinecek, bazıları şu anda bilmediğim ayrıntılarla süslenecek, ama benimle birlikte değişeceklerdi. 

En sonunda Lale Müldür’ün,

"Gelecekteki güzelliğimi görmüyor 
Ve onu sevmiyorsun” dediği şey oluşacaktı. 

Belki güzelleşecektim. Belki hiç değişmeyecektim. 

Bazı şeyleri tekrar tekrar düşünecektim. 

*

Bir süre sonra bir akşam, Kadıköy'ün kalabalık sokaklarında dolaşırken kendimi yakalıyordum. İnatçı bir hızla, bir hedefi varmışçasına kararlı bir şekilde yürürken... 

Arkada kalmış A., bir yandan bana söylenip fotoğraf çekmeye çalışıyor, kadrajının önüne atlayıveriyorum. 

İstanbul varlığıyla içimi dolduruyordu: Vapur, trafik, Ocak ayında sahlep içmek, alışkanlıklar, alışkanlıklar, GECE, sağanak yağmurda Beşiktaş İskelesine koşmak, "neon tabelaların altında dans eder gibi yürüyorduk", B.'ye E5'te çılgınlar gibi araba kullanmak istiyorum diyordum, pancake'ler sebzeli krepler tüm o vegan seçenekler, tekrar vapur, GECE, geceyarısı gözlerimizi kapatarak yeni yaşımı kutsuyorduk, Bahariye'de sıra beklemek Bahariye'de sıra beklemek Bahariye'de sıra beklemek ve tekrar GECE, bir anda tam yirmi altı oluyordum, spor salonunun ışıkları sönüyordu, Pendik'ten yolcu alıyor yolcu ediyor yolcu oluyordum, tekrar vapur, tekrar GECE, Fujifilm, spor salonun ışıkları sönüyordu, tam yirmi altı, Moda'da kahvaltı, akşam Caddebostan trafiği, sağanak yağmur, bir antrenmanı daha tamamlamış ve artık anlamıştım,

Bu yaşımda da hiç durmayacaktım.

2018/2

06:16


2018, 2018, 2018. Sizinle biraz 2018 hakkında konuşmak istiyorum. 

Aslında bu yazıyı yazmaktan korkuyordum, daha doğrusu bitmeyeceğini hissettiğim bu yazıyı yazmaya başlamak benim için korkutucuydu. Asla sonu gelmeyeceğinden emindim. Sonrasında ani bir düşünceyle 2018’in tam da bu his olduğuna kanaat getirdim: Asla bitmeyecekmiş gibi yaşanılanlar bütünü. Ve 2018’in bitişi gibi, bu yazının da bitebileceğinden emin, buradayım işte. 

Tam 7 ay önce bloga 2018’in ilk yarısı hakkında bir yazı yazmıştım. Ama sanırım 2018’in benim için başlaması, tam olarak o yazı itibariyle oldu. Gerçekten. O günden, tam olarak o günden itibaren. Uzun uzun anlatsam dinler misiniz, bence şansımı biraz deneyebilirim.

Mayıs ayında istifamı verdikten sonra Haziran’ın başına kadar ihbar süremi çalışmış, tam 5 Haziran itibariyle eski çalıştığım yerden çıkmıştım. Ramazan’dı, iyi hissetmiyordum, İstanbul’a gelmek benim için hala bir soru işaretiydi ve o kadar ama o kadar zor hareket ediyordum ki… Sanırım Haziran ayını en çok bu şekilde tarif edebilirim: Her şey ağır çekimdeydi. Aklınıza gelebilecek her şeyi yavaşlatılmış şekilde yaşıyor ve yapıyordum, kaslarımla beynim birbirlerine sanki meydan okuyordu. Bilincim bu ikisinin savaş alanına dönmüştü: Propriosineptik sistemim ile ayağa kalkmam saniyeler sürüyor, ağır ağır yürüyor, en çok kollarımı kaldırmakta zorlanıyordum. Uyumak istemiyordum ama yataktan çıkmak biraz eziyetti ve bu şekildeyken bir şehirden diğerine taşınmam gerekmişti. Kendimi tam anlamıyla iteliyordum. Hadi diyordum, biraz daha. Adım, adım, adım. 

Haziran ayı, İstanbul’a ilk geldiğimde zihnimde istemdışı “burada başıma bir şey gelirse en yakın kime haber verebilirim” listesini yaptığım aydı. Kalan son enerjimle, dümeninde olduğum gemiyi karaya oturtmuştum ve bir süre bir yere gitme niyetim yoktu.

Temmuz ayı geldiğinde yeni masama çoktan kurulmuş, hem eşyalarımı tamamlamaya hem de İstanbul’u tanımaya çalışıyordum. Bir süre çok istikrarlı bir şekilde haftanın istisnasız her günü dışarıya çıkmıştım. Haziran’daki yavaşlığım kendisini manik bir döneme bırakmıştı, yerimde duramıyordum. Bu süreçte kendimi tanımayı o kadar çok istiyordum ki neredeyse her akşam eve geldiğimde (ya da sadece dışarıda) kendimi nasıl hissettiğimle ilgili videolar çekiyordum. Kendimle ve B. ile o kadar çok konuşuyordum ki, inanamazdınız. Her akşam birbirimize rapor veriyorduk, B. benim kan bağı olmayan kızkardeşlerimden biriydi.  

Ağustos’ta günbatımına karşı Caddebostan’da bisiklet sürüyor,
Güzel bir kahvaltı yapabilmek için bir günde tam 1000 kilometre yol gidiyordum.

Eylül’de artık misafir ağırlıyordum.
S.’nin düğününde tüm eski arkadaşlarımla beraber topukluların üzerinde deliler gibi oynuyor, 
Her nasılsa Kilyos’ta bir düğünün sahipleriyle aynı arabaya düşüyor,
Kurtköy’de bir akşam iş çıkışı keyifli bir sohbet eşliğinde Sinop mantısı yiyor, 
Amerika vize başvurumu tamamlayıp Oregon’da ev bakmaya başlıyordum.

Çok fazla arabanın ön koltuğunda seyahat ediyordum. 
En önce hep benim yerim hazırdı.

Ekim’den sonra o kadar çok şey oldu ki, burası, olanları anlatmayı bırakıp, biraz daha salaş takılmaya başladığım yer olmalı.

*

İşte şimdi, güzeller güzeli Bilecik’e yılın ilk karı yağıyor. 

Tina’nın I Don’t Wanna Lose You’sunu dinlerken Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin içinde olmak, vagonların tıkırtısı… 

1 Ocak, hatta 2019. 

26 yaşıma az kalmış: 19 gün sonra artık indirimli genç bileti alamıyorum. A. ile bunu kutlamak için deli planlar yapmışız. 

8 senedir kullandığım gözlüklerimi daha dün değiştirmişim, bu çok çok iyi hissettiriyor. Her şeye kırık bir gözle bakmaya biraz alışmışım, artık o da gitti. Mis.

Tunalı’da salınırken sokak isimlerini epey unuttuğumu fark ediyorum. Ankara kış akşamları hala çok güzel, en sonunda nereye gidersem gideyim bunu özleyeceğimi kendime yüksek sesle itiraf ediyorum. Büyük bir rahatlama. Maxfm’in Nur’uyla, Bonapple’ın Elvan’ıyla mutlu yıllar’laşıyoruz; sizler de iyi bilirsiniz, bizler eski yol arkadaşlarıyız. 

Balkabaklı Boston Cream Pie yiyor, pirinç ışıkların ritmik yanıp sönüşlerini keyifle out-of-focus videoya alıyorum. Servis yapan çocuk gülümseyerek beklerken videoma girmemeye çalışıyor. Assssla sıkılmayacağım şeyler. 

Hatta, tüm bunlar yaşanırken hafif hafif dans bile edebiliriz. 

Neden biliyor musunuz; 2017’de 2018 için yazdığım Futureme mektubunda kendime şöyle yazmışım: “(2018’de) tek başına dimdik dururken seni görmek, seni o haldeyken yaşamış olmak istiyorum.”

Bunu başarmak, gerçekten de hayatta hep sevinçle dans etmeyi gerektirir.

İşte benim 2018’den öğrendiğim, sadece bu.