2018/2

06:16


2018, 2018, 2018. Sizinle biraz 2018 hakkında konuşmak istiyorum. 

Aslında bu yazıyı yazmaktan korkuyordum, daha doğrusu bitmeyeceğini hissettiğim bu yazıyı yazmaya başlamak benim için korkutucuydu. Asla sonu gelmeyeceğinden emindim. Sonrasında ani bir düşünceyle 2018’in tam da bu his olduğuna kanaat getirdim: Asla bitmeyecekmiş gibi yaşanılanlar bütünü. Ve 2018’in bitişi gibi, bu yazının da bitebileceğinden emin, buradayım işte. 

Tam 7 ay önce bloga 2018’in ilk yarısı hakkında bir yazı yazmıştım. Ama sanırım 2018’in benim için başlaması, tam olarak o yazı itibariyle oldu. Gerçekten. O günden, tam olarak o günden itibaren. Uzun uzun anlatsam dinler misiniz, bence şansımı biraz deneyebilirim.

Mayıs ayında istifamı verdikten sonra Haziran’ın başına kadar ihbar süremi çalışmış, tam 5 Haziran itibariyle eski çalıştığım yerden çıkmıştım. Ramazan’dı, iyi hissetmiyordum, İstanbul’a gelmek benim için hala bir soru işaretiydi ve o kadar ama o kadar zor hareket ediyordum ki… Sanırım Haziran ayını en çok bu şekilde tarif edebilirim: Her şey ağır çekimdeydi. Aklınıza gelebilecek her şeyi yavaşlatılmış şekilde yaşıyor ve yapıyordum, kaslarımla beynim birbirlerine sanki meydan okuyordu. Bilincim bu ikisinin savaş alanına dönmüştü: Propriosineptik sistemim ile ayağa kalkmam saniyeler sürüyor, ağır ağır yürüyor, en çok kollarımı kaldırmakta zorlanıyordum. Uyumak istemiyordum ama yataktan çıkmak biraz eziyetti ve bu şekildeyken bir şehirden diğerine taşınmam gerekmişti. Kendimi tam anlamıyla iteliyordum. Hadi diyordum, biraz daha. Adım, adım, adım. 

Haziran ayı, İstanbul’a ilk geldiğimde zihnimde istemdışı “burada başıma bir şey gelirse en yakın kime haber verebilirim” listesini yaptığım aydı. Kalan son enerjimle, dümeninde olduğum gemiyi karaya oturtmuştum ve bir süre bir yere gitme niyetim yoktu.

Temmuz ayı geldiğinde yeni masama çoktan kurulmuş, hem eşyalarımı tamamlamaya hem de İstanbul’u tanımaya çalışıyordum. Bir süre çok istikrarlı bir şekilde haftanın istisnasız her günü dışarıya çıkmıştım. Haziran’daki yavaşlığım kendisini manik bir döneme bırakmıştı, yerimde duramıyordum. Bu süreçte kendimi tanımayı o kadar çok istiyordum ki neredeyse her akşam eve geldiğimde (ya da sadece dışarıda) kendimi nasıl hissettiğimle ilgili videolar çekiyordum. Kendimle ve B. ile o kadar çok konuşuyordum ki, inanamazdınız. Her akşam birbirimize rapor veriyorduk, B. benim kan bağı olmayan kızkardeşlerimden biriydi.  

Ağustos’ta günbatımına karşı Caddebostan’da bisiklet sürüyor,
Güzel bir kahvaltı yapabilmek için bir günde tam 1000 kilometre yol gidiyordum.

Eylül’de artık misafir ağırlıyordum.
S.’nin düğününde tüm eski arkadaşlarımla beraber topukluların üzerinde deliler gibi oynuyor, 
Her nasılsa Kilyos’ta bir düğünün sahipleriyle aynı arabaya düşüyor,
Kurtköy’de bir akşam iş çıkışı keyifli bir sohbet eşliğinde Sinop mantısı yiyor, 
Amerika vize başvurumu tamamlayıp Oregon’da ev bakmaya başlıyordum.

Çok fazla arabanın ön koltuğunda seyahat ediyordum. 
En önce hep benim yerim hazırdı.

Ekim’den sonra o kadar çok şey oldu ki, burası, olanları anlatmayı bırakıp, biraz daha salaş takılmaya başladığım yer olmalı.

*

İşte şimdi, güzeller güzeli Bilecik’e yılın ilk karı yağıyor. 

Tina’nın I Don’t Wanna Lose You’sunu dinlerken Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin içinde olmak, vagonların tıkırtısı… 

1 Ocak, hatta 2019. 

26 yaşıma az kalmış: 19 gün sonra artık indirimli genç bileti alamıyorum. A. ile bunu kutlamak için deli planlar yapmışız. 

8 senedir kullandığım gözlüklerimi daha dün değiştirmişim, bu çok çok iyi hissettiriyor. Her şeye kırık bir gözle bakmaya biraz alışmışım, artık o da gitti. Mis.

Tunalı’da salınırken sokak isimlerini epey unuttuğumu fark ediyorum. Ankara kış akşamları hala çok güzel, en sonunda nereye gidersem gideyim bunu özleyeceğimi kendime yüksek sesle itiraf ediyorum. Büyük bir rahatlama. Maxfm’in Nur’uyla, Bonapple’ın Elvan’ıyla mutlu yıllar’laşıyoruz; sizler de iyi bilirsiniz, bizler eski yol arkadaşlarıyız. 

Balkabaklı Boston Cream Pie yiyor, pirinç ışıkların ritmik yanıp sönüşlerini keyifle out-of-focus videoya alıyorum. Servis yapan çocuk gülümseyerek beklerken videoma girmemeye çalışıyor. Assssla sıkılmayacağım şeyler. 

Hatta, tüm bunlar yaşanırken hafif hafif dans bile edebiliriz. 

Neden biliyor musunuz; 2017’de 2018 için yazdığım Futureme mektubunda kendime şöyle yazmışım: “(2018’de) tek başına dimdik dururken seni görmek, seni o haldeyken yaşamış olmak istiyorum.”

Bunu başarmak, gerçekten de hayatta hep sevinçle dans etmeyi gerektirir.

İşte benim 2018’den öğrendiğim, sadece bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder