En sonunda
oldu.
Bitmişti işte. Ankara bitmişti.
Herkes er geç göbek bağının kesildiği yere dönermiş. Ben de döndüm, 3 yaşında çıktıktan tam 22 yıl sonra.
Elbette zorlanacaktım, yeri gelince ağlayacaktım; ama asla pişman olmayacaktım. Bu sefer herkesten çok kendimin arkasında duracaktım. Belki hırpalanacaktım; ama kendimi biraz daha tanıyacaktım. Belki yeri geldiğinde büyük bir şehirde parasız bile kalacaktım; ama ne yaparsam kendim için yapacaktım.
İstanbul’a
tamamen yerleştim.
Ama öncesinde…
*
Ankara beni
mutlu etme konusunda her zaman çok cömert davranmış, elinde ne var ne yok tüm
açıklığıyla vermiş, ardından tükenmişti. Her yerini yürümüş, gezmiştim; her
yerinin fotoğrafını çekmiş, yetmemiş videosunu çekmiş, hakkında yazmış, şehri
tamamen yaşamış, paylaşmıştım…
Bir gün eski
işyerime kalan son evraklarımı almaya giderken yolun kenarında duraklamıştım.
Hemen sonrasında başka bir gün, mezun olduğum Dil Tarih’in Ortabahçe’sinde nefesim
kesilmiş, o an anlamıştım.
Bitmişti işte. Ankara bitmişti.
Burada
içtiğimiz çaylar bitmişti, Sıhhiye’ye söylenmeler bitmişti, Adliye’nin önündeki
beklemeler bitmişti. Tandoğan kampüsü, Beşevler’deki yandal, ODTÜ, 3.
Cadde hamburgerleri, Anıttepe yürüyüşleri… Hepsi bitmişti.
Hiçbir yolun
istediğiniz yere çıkmadığı şehirlerden ayrılmanız gerekir artık.
Herkes er geç göbek bağının kesildiği yere dönermiş. Ben de döndüm, 3 yaşında çıktıktan tam 22 yıl sonra.
*
Bu bloga yazdığım
son yazıdan sonra hayatım tamamen değişti. Evim değişti, şehrim değişti, işim
değişti, çevrem değişti; hayallerim, gerçeklerim değişti. Bir noktada, elimdeki
her şeyi ya satmış, ya dağıtmış, ya da direkt atmıştım. Taşınma
vaktim geldiğinde; elimde bir valizi doldurmayacak kadar kıyafetim, üç çift de
spor ayakkabım kalmıştı.
Ankara’da
çalıştığım yerden çıkışım yapılmadan önce direktörüm bana şöyle bir şey
söylemişti: “İstanbul’a gittiğinde bedenin gitmiş olacak, zihnin değil.” Tıpkı
onun dediği gibi, sonrasında her şeyi ikilemler arasında yaşamaya
başlayacaktım. O zaman anlayamamıştım.
Bir gün
stresten zar zor hareket ederken, öteki gün İkea’da alışveriş
arabalarıyla oradan oraya kayıyordum.
Peş peşe iki
gün aynı masayı almak için gidiyor, ikisinde de farklı sebeplerden masayı
alamıyordum. Bir keresinde tam alacakken anlamsızca bir ağırlık bastırıyordu,
olduğum yerde kalıyordum. Başka bir seferde, kocaman masayı kucaklayıp otobüsle
eve götürüyordum. Bu, benim “istesem yaparım, henüz istemiyorum”
deme şeklimdi.
Sürekli
birileriyle tanışıyor, birileriyle vedalaşıyordum.
Sonra bir gün
evi temizlerken iyi bir ağlıyordum.
Dünyanın en
keyifli tren yolculuklarını yapıyordum.
En sonunda
badana yapmak için boya bakmaya başlıyordum. Bu benim en büyük hayallerimden
biriydi. Babamla hangi fırçaları almam gerektiği üzerine konuşuyor, babam
istersen geleyim dediğinde bir heves, ben yaparım diyordum.
İçimde her
zaman devam eden şarkı bir an için sustuğunda, dans etmek için bu sefer Youngr açıyordum.
Ben bu yola,
değişmek ve değiştirmek için çıkıyordum.
Elbette zorlanacaktım, yeri gelince ağlayacaktım; ama asla pişman olmayacaktım. Bu sefer herkesten çok kendimin arkasında duracaktım. Belki hırpalanacaktım; ama kendimi biraz daha tanıyacaktım. Belki yeri geldiğinde büyük bir şehirde parasız bile kalacaktım; ama ne yaparsam kendim için yapacaktım.
Hayatımın her
anında zorlanacağımı düşündüğüm İstanbul bana kollarını açmış, ben de ona
kocaman sarılmıştım.
Burada
yaşayacak daha çok şeyim vardı.
*
Sonrasında bir
gece, ilk misafirlerim evimden gittikten sonra bulaşıkları kaldırmış Camera Osbcura dinliyordum, This is Love (Feels Alright).
Gözlerim uykusuzluktan yarı bulanık. Ama her şey güzel. Ayaklarımı uzatmış,
keyif yapıyordum. Bir gazoz açmak için kalkacak enerji bile bulamazken ama gece
01.21 olmasına rağmen hala neşeliyken….
*
Sabah
olduğunda yeni işime gideceğimi, yeni arkadaşlarımla sonsuz kadar konuşup her
şeye alışmak için kendime zaman tanıyacağımı biliyordum. İlerleyen zamanlarda
iş hakkında binlerce soru soracak, çoğu şeye çok şaşıracaktım. Her gün
çıktığımda küçük küçük mutfak alışverişleri yapacak, tıpkı hayallerimdeki gibi
istediğim kadar cornflakes alacaktım.
İstediğim
kadar Berry içip, seyredilmemiş son romantik komedi filmlerini de
seyredecektim.
Bir şeyleri
sıfırdan kuracak, bir şeyleri yoluna koyacak, bir şeyleri unutacaktım.
Gerçekten de
burada yaşayacak daha çok şeyim vardı...