GÜNDEM: HER ŞEYDEN BİRAZ

12:20

En sonunda oldu.  
İstanbul’a tamamen yerleştim. 
Ama öncesinde… 

* 

Ankara beni mutlu etme konusunda her zaman çok cömert davranmış, elinde ne var ne yok tüm açıklığıyla vermiş, ardından tükenmişti. Her yerini yürümüş, gezmiştim; her yerinin fotoğrafını çekmiş, yetmemiş videosunu çekmiş, hakkında yazmış, şehri tamamen yaşamış, paylaşmıştım…  

Bir gün eski işyerime kalan son evraklarımı almaya giderken yolun kenarında duraklamıştım. Hemen sonrasında başka bir gün, mezun olduğum Dil Tarih’in Ortabahçe’sinde nefesim kesilmiş, o an anlamıştım.

Bitmişti işte. Ankara bitmişti. 
 

Burada içtiğimiz çaylar bitmişti, Sıhhiye’ye söylenmeler bitmişti, Adliye’nin önündeki beklemeler bitmişti. Tandoğan kampüsü, Beşevler’deki yandal, ODTÜ, 3. Cadde hamburgerleri, Anıttepe yürüyüşleri… Hepsi bitmişti.  

Hiçbir yolun istediğiniz yere çıkmadığı şehirlerden ayrılmanız gerekir artık.

Herkes er geç göbek bağının kesildiği yere dönermiş. Ben de döndüm, 3 yaşında çıktıktan tam 22 yıl sonra.

* 

Bu bloga yazdığım son yazıdan sonra hayatım tamamen değişti. Evim değişti, şehrim değişti, işim değişti, çevrem değişti; hayallerim, gerçeklerim değişti. Bir noktada, elimdeki her şeyi ya satmış, ya dağıtmış, ya da direkt atmıştım. Taşınma vaktim geldiğinde; elimde bir valizi doldurmayacak kadar kıyafetim, üç çift de spor ayakkabım kalmıştı.  

Ankara’da çalıştığım yerden çıkışım yapılmadan önce direktörüm bana şöyle bir şey söylemişti: “İstanbul’a gittiğinde bedenin gitmiş olacak, zihnin değil.” Tıpkı onun dediği gibi, sonrasında her şeyi ikilemler arasında yaşamaya başlayacaktım. O zaman anlayamamıştım. 

Bir gün stresten zar zor hareket ederken, öteki gün İkea’da alışveriş arabalarıyla oradan oraya kayıyordum.  

Peş peşe iki gün aynı masayı almak için gidiyor, ikisinde de farklı sebeplerden masayı alamıyordum. Bir keresinde tam alacakken anlamsızca bir ağırlık bastırıyordu, olduğum yerde kalıyordum. Başka bir seferde, kocaman masayı kucaklayıp otobüsle eve götürüyordum. Bu, benim “istesem yaparım, henüz istemiyorum” deme şeklimdi.  

Sürekli birileriyle tanışıyor, birileriyle vedalaşıyordum.  

Sonra bir gün evi temizlerken iyi bir ağlıyordum.  

Dünyanın en keyifli tren yolculuklarını yapıyordum. 

En sonunda badana yapmak için boya bakmaya başlıyordum. Bu benim en büyük hayallerimden biriydi. Babamla hangi fırçaları almam gerektiği üzerine konuşuyor, babam istersen geleyim dediğinde bir heves, ben yaparım diyordum.

İçimde her zaman devam eden şarkı bir an için sustuğunda, dans etmek için bu sefer Youngr açıyordum.

Ben bu yola, değişmek ve değiştirmek için çıkıyordum.

Elbette zorlanacaktım, yeri gelince ağlayacaktım; ama asla pişman olmayacaktım. Bu sefer herkesten çok kendimin arkasında duracaktım. Belki hırpalanacaktım; ama kendimi biraz daha tanıyacaktım. Belki yeri geldiğinde büyük bir şehirde parasız bile kalacaktım; ama ne yaparsam kendim için yapacaktım.

Hayatımın her anında zorlanacağımı düşündüğüm İstanbul bana kollarını açmış, ben de ona kocaman sarılmıştım.

Burada yaşayacak daha çok şeyim vardı.  

*

Sonrasında bir gece, ilk misafirlerim evimden gittikten sonra bulaşıkları kaldırmış Camera Osbcura dinliyordum, This is Love (Feels Alright). Gözlerim uykusuzluktan yarı bulanık. Ama her şey güzel. Ayaklarımı uzatmış, keyif yapıyordum. Bir gazoz açmak için kalkacak enerji bile bulamazken ama gece 01.21 olmasına rağmen hala neşeliyken…. 

* 

Sabah olduğunda yeni işime gideceğimi, yeni arkadaşlarımla sonsuz kadar konuşup her şeye alışmak için kendime zaman tanıyacağımı biliyordum. İlerleyen zamanlarda iş hakkında binlerce soru soracak, çoğu şeye çok şaşıracaktım. Her gün çıktığımda küçük küçük mutfak alışverişleri yapacak, tıpkı hayallerimdeki gibi istediğim kadar cornflakes alacaktım. 

İstediğim kadar Berry içip, seyredilmemiş son romantik komedi filmlerini de seyredecektim.  

Bir şeyleri sıfırdan kuracak, bir şeyleri yoluna koyacak, bir şeyleri unutacaktım. 

Gerçekten de burada yaşayacak daha çok şeyim vardı...