KUZEY YOLU IV: HAKEA

01:18


Hanları tuttum yolları tuttum kervansarayları tuttum. Ovaları tuttum. Platolar düzlükler tüm coğrafya. Frenküzümü. Kızılcıklar. Yaban kediotları. Çok uzun zamandır. Böğürtlenler. Kara mürver çiçekleri. Aronyalar. Çantamdan akan kırmızı sular. Ellerimden akan kırmızı sular. Bir bıçağı alıp orta yere dalmışım gibi değil mi? 

 

Mevsimlerin arasında gizemli bir şekilde dolanan kudretli alageyik tekrar burada. 

 

Taşın dokusu: Sert, turuncu, derin çiziltileri olan taşın dokusu. Kapalı bir gökyüzünün altında, bir kuzey yolunda yürüyorum. “Gizem, bir geyik başı gibi uzanıyor aramızda.” (lale müldür) 

 

Kemikli bir çene ile kalabalık bir aileden gelmenin tüm izlerini taşıyor. Kalabalık bir taşra ailesi. Kırlarda koştuğunuz çocukluğunuzda etrafınızda muhteşem hayvanlar vardı ve meyveler. Sonradan anlattığında masalsı gelecek bu evrenin izlerini bulmaya çalışıyorum turuncu taşların içerisinde. Küçükken sana kurt bakışlı denildiğini söylediğinde gülmüştüm ama bir noktada bakışların benim için kurt bakışı haline gelmişti ve sonrasında kendin... Ne kadar haklılarmış diye düşünmüştüm. Derin, içe bakan, sürekli temkinli kahverengi gözler. İşte bu seni tanımlayacak bir şey olabilirdi, sürekli temkinli. Atik ama ağır. Bu yüzde o her an her şeyi tartan bir bakış vardı, bu sebeple güvenilmesi zor biriydin. Bir açığını bulursan… Bir açığımı bulursan… Ben bunu çok düşünmemiş ve yavru köpek enerjisiyle üzerine atlamıştım. Bir kurttan en uzak olan şey ne ise sonuçta ben oydum. Bu seni şaşırtmıştı. Gizem aramızda bir geyik başı gibi uzanıyordu. Bana kızdığında kemikli çeneni sıktığını görüyordum... 

 

Bazen çocukluk hikayelerini öyle bir anlatırdın ki oradaymış gibi hissederdim. Mutfaktaki toprak çanakta mayalanmaya duran ekmekler… Hemen dışarıda büyük çoban köpekleri… Hava hep kapalı… Ardiyede kalan tuzun ne kadar yeteceğini kardeşlerinle tartışıyorsunuz ve o sırada bir başka kardeşin devasa çikolata kavanozunu gizli gizli bitirdiğini fark ediyorsunuz… Kapanların üzerinden atlamalar… Tam 7 kapanı bir atlardım dediğinde ben de heyecanla atlamış gibi oluyorum. Kurt bakışlarının içinde derin ışıltılar. Seni mutlu eden şey buydu değil mi? Sen evini koruması gereken küçük bir yavruydun ama diğerleriyle oynamayı her şeyden çok seviyordun. Onlardan güçlü olduğunu bilmenin getirdiği büyük coşku ile oradan oraya uçuştuğunu bir şekilde görüyordum. Sürünün başına bela açan küçük afacanı. Bu yaramazlıkta gizlediğin sevimliliğin görülmesini isterdin ancak bu hiç olmadı. Sadece senin fark ettiğin, sadece seneler sonra benim fark ettiğim, muzır sevilme talepleri… Kuzey yollarında böğürtlen yemek için durmuşken insanın aklına aniden gelen şeyler… 

 

Sana yakın olmak zordu, hayatının her anında. Tuhaf diyebileceğim reflekslerin vardı, şimdi düşününce kurt refleksleri olduğunu anlayabildiğim şeyler. Çevik ve güçlüydün ama küçük bir şeyden alınana kadar. Takımı bir arada tutmak senin işindi ama bazen uzaklaşmak isterdin. Avlanan sendin, toparlayan sendin, ama dinç görünüşünün insanı yanıltan bir tarafı vardı. Dirayetin vardı ama bazen üfleyerek geçiverecek gibiydi ve bunu reddederdin. Ve hep ama hep o tartan gözler… Teklifsizce cesur ama bazen neden bu kadar fazla sessiz? Sürünün başında ve her şeyi güdüyorken ve bir günü daha hiçbir kayıp vermeden, hatta her biri tok karınlıyken bitirdiğinde… Bu seni mutlu etmeyecekti çünkü sence yapman gerekeni yapmıştın. Bu görevi sana kimse vermemişti, sen bir şekilde üzerine almıştın… işte onlara dediğin şey buydu, beni çok sevmeyebilirsiniz ama ben sizi bu yollarda canlı tutacak olan o kişiyim. 


Pençelerinde hakea… 


Canlılığın son kırıntıları… Bazı insanlar böyledir, sizi alır bir yere kadar götürürler. Sizi büyük bir şeyden kurtarırlar, hatta belki o kadar çok şeyden kurtarırlar ki ona veda etme zamanınız geldiğinde içinizde bir yerlerde bunu onsuz asla atlatamayacağınızı düşünürsünüz. Hakea... Canlılığımın son kırıntıları, sende...

 

Kuzey yolları, hep zorlu… ellerimden kıpkırmızı akan sular ile bir sürüye ortadan dalmışım gibi görünüyor. Bunu senin için yapardım. 


Uzak dağlarda sis yere çöküyor... Dağları tuttum, köprüleri tuttum, höyükleri tuttum... Keçi patikaları... Etrafta başıboş dolaşan yabani kediler...  


Küçük bir ateşin çıtırdama sesleri... Gecenin içinde tek gözünde birkaç kandil yanan o ev... Evin içinde uzanıyor ve geleceğine tutunuyorsun. Bir his kıpırdanıyor içinde. Kandil ışığının kıpırtıları arasında bir şey uyanıyor... Bazen bir anlığına zihinden gelip geçen bir düşünce bir anda bir yere tutunur. Bir rahime tutunmuş gibi. Orada yuvalanır ve yavaş yavaş büyümeye başlar... Bir parazit düşünce "saçma"dan "olması gereken"e doğru dönmeye başlar. Bunu anladığımız, bunun geldiğini önceden bildiğimiz bir farkındalık yaşarız. Olmamasını istediğimiz ama olacağını bildiğimiz... Olmasına erindiğimiz... Düşüncesinin bile rahatsızlık verdiği... Ama olacağından artık emin olduğumuz... ah olmasa... 


Uzanıp geleceğine tutunuyorsun ve bir şeyler arıyorsun orada... Neyi bulacaksın? Kurt içgüdülerinle orada ve sonrasında her yerdeydin... Gölge olarak ayaklarımdan ilişmiş bir siluet olarak beni takip ediyorsun... Birlikte senin içindeki bir boşluğu doldurmaya çalışıyoruz, el ele vermiş, bir sürü halinde boşluğuna bir şeyler taşıyoruz. Küçük bir yavru köpek sürüsü canını dişine takmış bunun için uğraşıyor. Canlılığımızın son kırıntılarının tamamı sana ait... Bitmek bilmeyen bir kabul görme çabasıyla, yorgunuz, bitkiniz... Tüm içsel konuşmalarımız bu düşüncelerle hastalanmış... 


Hakea. 


Artık ayrıyız. Burada bize düşen, biraz daha hayatta kalabilmek için birbirimizden ayrılmak ve kendi yolumuzu bulmaya çalışmak oldu. Dilinde bir dua vardı tekrarladığın ama ben buraya canımı koydum. Bir kuzey yolunda kendi nefes seslerimi, hırıltılarımı duyarak keskin kokuları içime çekiyorum: Böğürtlenler. Kara mürver çiçekleri. Aronyalar. Dişlerimde bir kan seğirmesi var meyvelerden gelen... Dağları, köprüleri, höyükleri geçiyorum hızla... İçimde öfke, içimde sevgi, içimde aradığın her şeyden var. Aramak istersen... 


Manzarayı seyrederek geçiyorum...