KIRILMAZ CAMEKANLARINDA, ELLERİNDE SEVDİKLERİYLE...

11:21


Size bir Ekim gününü nasıl geçirdiğimi anlatmak istiyorum. (Bu noktada Alexi Murdoch’tan Through the Dark açsanız? Bence olur.)

Sabah kalktığımda, havanın ısrarla karanlık olmasından, günü istemsizce bir temizlik günü ilan etmiştim. Önceki gün eve, mahalle arasındaki plastikçiden araba yıkama fırçası gibi bir fırça almıştım: Pembe ve beyaz çizgili olması o an önemli bir detay gibi göründüğü için, pembe ve beyaz çizgili… O günü temizlik günü ilan etmemin, pembe fırçayı kullanma motivasyonuyla bir alakası olup olmadığını şu an düşünmek istemiyorum. Tek düşünmek istediğim her yeri ne kadar köpürterek temizleyebileceğim… Ama her şeyden önce güzel bir kahvaltı yapacaktım: Bu hafta evde yapabileceğim tek kahvaltı. Kendimi hindi fümeyle sarılmış haşlanmış yumurta ve tereyağlı bal arasında gidip gelirken bir noktada kaybedeceğimden emin bir şekilde, çay suyunu koyuvermiştim. Şu hayatta en sevdiğim şeylerden biri buydu, çay suyu koymak. Sonrasında keyifli şeyler olacağının belirtisi bir olay, mutsuz olmanın imkanı yok gibi: Kaynamış suyla çay yapabilir, kahve yapabilir, hiç olmadı ütüye su koyabilir, o an yemek yapıyorsanız orada da kullanabilir, hepsinden vazgeçip bir sıcak su torbasını doldurarak salonun bir köşesine de kıvrılabilirdiniz. En kötü ihtimalle, altını kapatırsınız ve evrende hiçbir şey değişmemiş olur. Eylemsizlik devam eder gider…

Dillere destan olabilecek olan ama benden başka kimsenin görmediği kahvaltımı yaptıktan sonra bir süre salonda kıvrılıp Gossip Girl seyretmiştim. O nokta, benim dizide Alexi Murdoch’ı duyup, günün geri kalanında dinlemeye başladığım noktaydı. Biliyor musunuz, bu sene Gossip Girl’i bomboş gözlerle baştan sona tam 2 kere seyrettim. Sevdiğim bir dizi olduğunu söyleyemem ama kendi kendime takılmayı severim. O benim sonbahar geldiğinde ve kışa ayak uydurmaya çalıştığımda kar tanesi desenli kırmızı battaniyenin altında izleyerek uyukladığım, Manhattan’lı New Yorker aksanını duyup iyi hissettiğim suçluluk nesnem gibi bir şey. Amerika’ya gittiğimde New York’ta kalma niyetim olmasa da, sırf Upper East Sider ruhunu yakalayabilmek için birkaç hafta geçirebilirim şeklinde düşünürüm kendimce. Şükrün Günü civarlarında, Madison’da çılgınlar gibi alışveriş yapan kalabalığa karışıp, her şeyi bir süreliğine unuturum belki. 

Çok uzatıyorum, sizi sıkacağım. 

Temizlik yaptıktan sonra evin aldığı hali çok sevmiş, kendi kendime o anı kutsamak için bir süreliğine sessizce oturmuştum. Etrafı dinleyip, temizliği dinleyip, gerçekten sessizce… İşte size benimle ilgili garip ve gereksiz bir bilgi daha: Bazı anların değerli olmalarından ötürü kutsanmaları gerektiğini düşünüp, onu yaşarken bir an duraksayıp iyice tadını çıkartmaya çalışırım.  Belleğim, böyle kutsamalara ev sahipliği yapan yüzlerce anıyla dolu. Galiba gözlerimle fotoğrafını çekiyorum, daha doğrusu birkaç saniye videoya alıyorum. Yaşayıp geçersem haksızlık olacağını düşündüğüm her an’la, ileride başım bir şekilde belaya giriyor. Geriye dönüp baktığımda “kıymetini bilememişim” dediğim bir yaşanmışlığım yok; ama nasıl desem, zihnim vhs kasetlerden oluşan eski bir anı kutusu gibi. Bazı günlerde, tıpkı bugün gibi, bu kasetleri VCD player’a takıp oynatmamak benim için en iyisi olur. 

Akşama doğru güneş süzülmeye başlayınca, o günü evde tamamlamamam gerektiğini hissedip hızlıca hazırlanmaya karar vermiştim. Toffee rengi boğazlı kazağımı ve aynı renk yeleğimi takım olarak giymek için güzel bir fırsat. Bu takım iş yerindeki arkadaşlarım tarafından çok sevildi, o yüzden ben de sevdim. Bana, kendi Kopenhag’ımda yaşadığımı söyleyip kendi kendilerine gülerler. Oysa bu ikisinin benim için tek keyfi, kumaşlarının çok güzel olması. O yüzden çok rahat ediyorum. Kaşmir, yün, ipek. Bu üçünün olduğu yerde ben de varım. 

Neden bu kadar çok konuştuğumu biliyorum. Buna, babıldama diyoruz. Konudan uzaklaşmak ya da sadece düşünmemek için… 

Evden çıkıp kendimi en yakındaki Starbucks’a attığımda boğazlı kazak giyme vaktinin gelmiş olduğunu görüp sevinmiştim. Mevsimine uygun giyinmek benim için hep zorlu bir şey. Kışın spor ayakkabı, yazın ceket giyerim. Geçtiğimiz günlerde bir yerde okumuştum, kıyafetlerimizi arkadaşlarımız gibi görüp o şekilde sevmeliymişiz. Gerçekten de Ekim’in bu karanlık gününde Max Mara ile arkadaşlık etmeyi çok isterdim. Mümkünse doğum yeri olan Stockholm’de sarı Sandqwist sırtçantalarımızla beraber bisiklet sürebilirdik. Bunlar, bir başka hayata ait, başka gerçeklikler; bense Şeyh Galip’in demiş olduğu gibi, bambaşka bir delilik yoluna düşmüş garip bir yolcuyum.

Yaklaşık 2 haftalık Tiesto maratonunun ardından Alexi Murdoch maratonu, beni biraz sakinleştirdi. Tiesto, sanırım 7 yıldır, aralıksız olarak bir podcast yapıyor, Clublife. Adına yaraşır bir içerikte, club müzikleri çalıyor. İki hafta önce, bu podcastin 600. bölümü vardı. Şimdiye kadar en sevilen şarkıları çaldığı bu 1 saatlik bölümü 8 saatlik yolculukta 8 kere dinlediğim bir dönem oldu, biraz karanlık bir dönem. Yolda bir ara uyuklarken sakin bir şeyler açmak istemiş, ama o kadar hareketli şarkıdan sonra bu mümkün olmamış, podcaste geri dönüp ayaklarımla tempo tutarak uyumaya çalışmıştım. Alexi beni dinginleştirip iyi hissettiriyor. Tek problemi, biraz eskileri hatırlatması. Nedenini bilmiyorum. Sonrası var ama onlardan bahsetmeyeceğim size. Size, bir Ekim gününde, aslında tam olarak 20 Ekim’de kendi kendime yaptığım küçük kutlamadan da bahsetmeyeceğim. Küçük bir Red Velvet Cupcake’in yanında hangi kış içeceğini seçtiğimi de söylemeyeceğim. 

Size geçtiğimiz hafta bir sabah servisle işe giderken aniden zihnimde beliren bir cümleyi söyleyip gideceğim. Şöyle bir şeydi: “Kırılmaz camekanlarında, ellerinde sevdikleriyle, öylece oturacaklardır”. 

Kış hepten geldiğinde, kırılmaz camekanlarınızda, ellerinizde sevdiklerinizle, öylece oturanlardan olacak mısınız? 

Bence oturmalısınız. 

Niye biliyor musunuz, artık akşam olduğunda ve herkes evine çekildiğinde, benim gibi sizlerin de ballı süt ısıtıp ayaklarınızı keyifle uzatmanızı istiyorum. Bu, ayrı yerlerde de olsak, birbirimizi kırıp incitmeden paylaşabileceğimiz en güzel şey. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder