NASIL DÜŞÜLÜR?

14:09


Ağustos’un sonlarına doğru bir öğleden sonrası, Love You Zindagi dinleyerek Maltepe sahilinde güneşe karşı yürüdüğüm bir zaman olmuştu...

Güneşin elimin üzerine nasıl düştüğünü merakla inceliyor; etrafta yeni üflenmiş bir karahindiba gibi uçuşarak dönüyor, dönüyordum. Her bir adımda biraz daha hafiflemiş, biraz daha kendime gelmiştim. Güzellik neydi biliyor musunuz, güzellik kendi kirpiklerinizde güneşin asılı kaldığını hissetmek ve gözlerinizi hızla kırpıştırarak ışık damlasının düşmesini sağlamaya çalışmaktı. Tanıdıklık hissi bir yabancılık hissiyle beraberdi: O an, en iyi versiyonum en kötü versiyonumu ağlarken kucağına almış, sanki pışpışlamıştı. 

Şimdi vakit ekinoksu biraz geçiyor. 

Şöyle gözlerimi kapatmamla bir bakıyordum, Ankaradayım. Bir anda sağanak yağmur başlamış, arabadayız, silecekler zor yetişiyor. Maxfm’de Greg Laswell rastlıyor. Evet diyorum, şans eseri bir anda, evrende doğru yerdeyim. Böyle anlar çok sık gelmez...

O an Etlik’te trafikte oturmuş radyonun sesini bastıran silecekleri dinlerken, burası güzel bir yer diye düşünüyordum. Bir süre sonra arabayı sitenin otoparkına çekecek, yağmurun dinmesini beklerken annemle insanların kötülüğü üzerine uzun bir sohbete girişecektik. 

Kant olsa bizimle gurur duyardı. Nietzsche olsa, umutsuzca omuz silkelerdi. Bir süre sonra sessizleşmiş, tavan lambasını söndürüp başımızı koltuklara yaslamıştık. Bazen kendimle uğraşmayı bırakıp yaramazlık yapmak için fırsat kollayan ruhumu kendi haline bıraktığım zamanlar olur; bu, öyle bir andı. İsteyen istediğini istediği şekilde yapsındı, ben burada böylece duracaktım. 

Vakit ekinoksu biraz geçiyordu. Kutlamak için vanilyalı bir mum yakıyordum.

Ekim ayı geldiğinde, ben yine yoldaydım. 

Yine yağmura yakalandığım, başka bir zaman daha vardı: Pendik’te içinde kışlıklarımın olduğu eski bir valizle, kendimi bir an önce metronun içine atmaya çalışırken. Kendi kendimi, seni bir gün İstanbul’da karşılayan olacak mı acaba diye söylenirken bulmuştum. Yarı buruktu. İçimde beni kimler karşılamıyordu ki: Arkadaşlar, kalp kırıklıkları, ailem, 25 senelik hayatımda tanıdığım ve karşıma çıkabilecek herhangi bir yüz... Tam olarak hızlı trenden indikten sonra hemen şu köşede bekleyebilirlerdi. Valizi bir kenara atıp sıkıca sarılmak istediklerim vardı ama çok fazla yağmur da vardı. 

Bir gün çok değer verdiğim birisi bana bir anısını anlatmıştı: Sarıkamış’taydı sanırım, karda kaymayı öğrenirken ne kadar düştüğünü, biraz öğrendikten sonra bu sefer kendisinin düşme çeşitlerini denediğini... canı her düşmede acırken bir o kadar da eğlendiğini... Peşinden şöyle bir şey demişti, ben de onu her defasında öyle düşürüyormuşum. Ve ne yaptığımı anlamam için beni oraya götürmek istiyormuş. Hevesle tamam demiştim ama anlamamıştım.

Nasıl isteyerek düşülür diye düşünmüştüm o an ama geçmişti. Sonrasında kendi düşüşümle anlayıvermiştim. Düşmek böyle bir şeydi: Eve giderken aslında eve gitmediğini anlamak bir düşüştü, varınca 1 haftadır bitiremediğin ekmeğin üzerine fındık ezmesi sürüp mutfak masasına yaslanarak bir dilim yemek düşüştü, eşyalarını yerleştirirken televizyonda yarışma programlarının sesini duyma ihtiyacı hissetmek bir düşüştü...

Bunların hepsi aynı garip hevesle yaşanmış, yaşanıyor ve yaşanacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder