METRO MEKTUPLARI - I -

12:08


23:09
Acıbadem. 
İnanın, nereden dönüyorum, benim bile bilmediğim bir an. 
Bütün akşam büyük, yuvarlak bir masanın etrafına oturmuş, Ankara ve Hacettepe Üniversitesinden mezun olan psikolog arkadaşlarımızın kaderinden konuşmuşuz. Sonuç hep söylediğim şeyler; ama ben, şimdilik daha iyi hissediyorum. 
Şimdi eve gidince ütü yapmam gerekir, pazartesi kahvaltısında anlatmak için sunum hazırlamam gerekir, bir de bir konuşma üzerine çalışmam gerekir. Tam bir veda konuşması değil ama, bir nevi veda konuşması. 

Evet ne söylüyordum, eve gidince... 
Dün gece Kurtköy’de güzel bir sitenin içinde, 5. kat 10 numara’da balkonda çay içiyordum. Nasıl bir çay biliyor musunuz, akşam iş çıkışı arkadaşınızın evine gitmişsiniz de size önce mantı ikram etmiş, ardından eve gelirken aldığınız tatlıları yemek için midenizde biraz yer açmanız gerekmiş çayı. 
Keyifli bir çay. 
Hava serinleyip balkon camlarını kapatınca hasır koltukların üzerinde iyice ısınıp gevşediğiniz, güzel bir Eylül akşamı çayı. 
Öyle ki oradan kopup eve gidebilmem gece 1’i bulmuş, eve gittiğimde de yorgunluktan ilk bulduğum köşede sızıp uyumuştum: Kirli saçlarım, şişmiş ayaklarım ve tamamını silememiş olduğum bozuk makyajımla. 

Bir külkedisi masalı gibi, sabah tekrar 6’da uyanmam, tekrar yıkanıp tekrar ütü yapmam, tekrar giyinip bu sırada tekrar bir şeyler atıştırmaya çalışmam gerektiği gerçeği bilincime sızmıştı.  

23:22.
Bostancı. 
Biliyor musunuz eve gidince ne yapmak istiyorum: Vaktim olsa, yani saat şöyle bir 18:00 filan olsa kendime güzel bir tavuk-makarna yapar, Gossip Girl seyrederken keyifle didiklerdim. Bu, son zamanlarda yapması kolay olmayan geniş bir zevk benim için. Sonrasında akşam 8’e doğru hava kararırdı ve ben kendi kendime salondaki köşemden kalkma söylenmeleri yapmaya başlardım. 
Keşke saat gerçekten de 18:00 olsaydı. 

Eve gidince ütü dağlarını eritmek zorundayım ve metro kolay kolay varacak gibi değil: Oysa bu saatlerde insan balkonunda çay içip arkadaşlarıyla uykusu geldiği için kısılmış seslerle sohbet etmeli ve sonrasında uyumalı. Neden orada değil de buradayım?

Bu son metro mu, bu kalabalığın sebebi nedir? 

Eve geç gelirken kendimi hala aynı şekilde sakinleştirebiliyorum ama bu sesin kimin olduğu içimde hala karışabiliyor: “İstanbul Ankara gibi değil, İstanbul Ankara gibi değil, İstanbul Ankara gibi değil...”. 

Evime gittiğimde en sevdiğim şey tüm eşyalarımı hızlıca yerlerine yerleştirmek ve ev düzenini almak: Kirliler sepete, temizler askıya, ben de mutfağa. Evim güzel bir ev. Bu saatte değil, daha erken saatlerde gitmeyi hak eden, sıcak, küçük bir ev. Acaba kaçta evde olabileceğim? Bu kadar özlemem normal mi?

Zaten ayakkabılarım da çamur olmuş. 
Siz benim ayakkabılarımı temiz tutmayı ne kadar sevdiğimi bilmiyorsunuz. Henüz. Her hafta şöyle bir gün ayakkabılarımı alır, onları güzelce ovuştururum. Tertemiz olana dek. Beyazsa bembeyaz, siyahsa simsiyah. Ayakkabılarım kirli olunca kendimi sevmiyorum. Hoş, şu an hiçkimseyi sevmiyorum ve sadece evimi seviyorum. Oysa güne, Moda’da güzel bir kahvaltı yaparak başlamıştım, hatta hayatımda ilk defa süt reçeli yediğim bir kahvaltı. Sahi akşam Kilyos’ta olmamın ne gibi bir amacı vardı?
Bilmem. Kim bilebilir. 

İşte, şimdi bir de uykum geldi. 

Ne güzel. 23:34 ve uykum geliyor ve hala evime gidemedim. Artık durum biraz daha vahim ve beynim kendisini en son Yenibosna’da bir kuaförde hissettiği zamana odaklamış durumda. Damadın hiç tanımadığım annesi, saçı henüz bitmeden kuaförden koşarak uzaklaşıyor. Komik bir görüntü. Bu görüntüden yaklaşık 2 saat kadar sonra iki kayınvalide ve iki kayınbaba ile aynı arabayı paylaşmak durumunda kalacağımı, hatta hepsiyle röportaj yapacağımı bilmiyordum. Ve o kadınlardan birisi de, yarı bağlanmış şalını tutarak koşan. Sonrasında birbirimizi sevmiştik ve bana dua etmişti. Benim de öyle neşeli bir kayınvalidem olabilir miydi; rahat ve işler kötü gidince nazarlık olsun diyerek gülüp geçen. 

Off, hala eve gidemedim. 
Biliyor musunuz bazen bazı insanlar günü kurtarırken bazen bazıları günü batırabiliyor. Ama size bunlardan bahsetmeyeceğim hiç. Sadece eve gittiğimde Olafur Arnalds açıp nasıl uyuyacağımdan bahsedeceğim. 
Ve o an kirli Stan’ler de, 3 saatlik ütüler de umurumda olmayacak. 
Hatta son zamanlarda kilo verdiğim için epey genişleyen pantolonlarım ve hala alamadığım sırtçantası da...

Güzelce uyuyacağım sadece, mutlu mutlu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder