HEP AYNI FERAH ÇAYIRLAR

11:31


İşte, bir sonbahar geldiğinde, ben yine buradayım. Sizi bırakıp gitmedim. Aksine, ellerim kollarım dolu geldim, belki ellerimdekini alıp bir de kocaman sarılırsınız. Oturup soluklanınca, size bir şeyler anlatacağım. 

Sonbaharın ilk yağmuru yağdığında, ki 2018 yılı için bu gün 4 Eylül olarak kutlanmıştı, dışarıdaydım. Hava artık epeyce erken kararmaya, İstanbul’da trafik yavaş yavaş artmaya başlamıştı. 4 Eylül, hava karanlık ve yağmur yağıyor. Otobüse koştururken, bir an gökyüzünde süzüldüğümü hissetmiştim. Ayaklarım yere basıyordu ama damlaların içinden, arasından, tüm yavaşlatılmış düşüncelerimle beraber geçiyordum. Bir an sonra, ne kadar mutlu olduğumu düşünüyordum. Biliyor musunuz, bu sıcacık evine gidince kendisine chai tea yapacağı için heyecanlanan bir kızın mutluluğundan fazla bir şeydi. Bir bütün gibi tok olmuş, sanki bir an için temizlenmiştim. Bu tazelenmek bile değil, sanki pembeleşmekti. Bir an pespembeydim, soğukta koşuşturan kız çocuk yanağı pembesiydim.

Bugünün sonrasında bir gün, bir pazartesi günü, uzun bir aradan sonra kendi bildiğim, sevdiğim kişi olarak uyanıyordum: O kadar keyifli, o kadar coşkuluydum ki, tam göğüs kafesimin içinin fotoğrafını çekebilsem orada yeşil, ferah çayırlar görebileceğime inanıyordum. Alabildiğine uzun, taze, sonsuz çayırlar... 

Bir göz kırpması: Kadıköy'de bir akşam üzeri dilim pizza sırasında Lale Müldür'den alıntı yapıyordum.

Sonbaharın ilk yaprakları düşerken ve ben dans-eder-yürüyüşümle etrafta uçuşurken, kendimi bırakıyordum. Kendi çayırlarımda, istediğim gibi dolaşıyordum. İnsanları da oraya götürmek istiyordum, hepimizi alacak kadar geniş bir alanda bir süre takılmalıydık. Beni en başta ciddiye almamıştınız ama, gerçekten de birbirimize daha çok sarılmalıydık. 

En nihayetinde birbirimize tutunacak dallar değil, iş çıkışı İsveç köftelerimizi paylaşacak insanlar arıyorduk. Onarılma değil, eşlik edilme isteğimiz vardı. Gece olduğunda kimseye ihtiyaç duymayacak, kendi topraklarımızda dilediğimiz gibi at koşturacaktık. Dilediğimiz gibi, susacaktık. Ve tüm büyük sevgimizi, insanlara kocaman ellerimizle paylaştıracaktık: "Hepinizi ayrı ayrı, içtenlikle seviyorum".

Çünkü ne vardı biliyor musunuz, işte, Hario ile taze çekilmiş ve henüz demlenmiş kahvelerimizi içerken (ki bu kahvenin Sözen değirmeninde öğütülmüş olması ilginç derecede büyük bir önem taşıyordu ve hepimiz bunu anlıyor, doğal karşılıyorduk) ve dört kişilik grubumuzun içerisine 3 fotoğrafçı, 1 yazar, 2 kıdemli yönetmen, 2 uzman yardımcısı, 1 blog yazarı, 1 anne ve 1 baba sığdırmayı başarabilmişken keyifle kıkırdayarak kakaolu keklerimizi yiyorduk ve o an tek derdimiz cupcake kalıplarının kaybolmamasıydı. Böylece her şey bir sonbaharın gelişine uygun olarak gelişiyordu: Hepimiz için yeni bir dönem, işte, başlıyordu. 

Heyecanlı değil, sakindik. 

Hatta biraz hygge’lemiştik. 

Akşam olup eve giderken aynı ferah çayırları düşünüyordum. 

Bir göz kırpması: Ankara’da trenden inip arabayı çalıştırdığımda ilk işim radyoda Maxfm’i ayarlamak oluyordu. Bu hayat ben varken olması gerektiği gibi yaşanacaktı. 

Ruhum uzun bir süre Kuzguncuk’ta akşam üzeri bir çikolatacı camekanının fotoğrafını çekme dinginliğindeydi. O an orada olmalıydınız: Hava kararmadan önceki o meşum sessizlik ve havanın griliği... Bir süre bu camekanın dışında durup yansıyan ışıkları izlemiştim. Her şey çok basitti, var olmak genel olarak basitti. Karmaşıklaştırmaya gerek yoktu, zorlaştırmaya gerek yoktu. Bozmaya, hiç gerek yoktu. Bahane üretilmemeliydi, kusur aranmamalıydı, hayat sadece yaşanmalıydı ve an'lar arasından gülümseyerek geçilmeliydi. Artık duramaz, oyalanamazdım. Genelde umut dolu biriydim ve böyle olmaya devam edecektim ama artık vakit kaybetmeyecektim: Bu sonbaharda, bu camekanın önünde kendi kendime söz vermiştim. 

Yapraklarımı dökmüş, köklerimi yeterince sulamıştım. Bakın, ben yeniden tamamlanmıştım!

Bu sonbaharda kendiliğimin en kötü kısmıyla, kurabileceğim en iyi ilişkiyi kurmaya çalışmaya vardım. Çok saftım, fazla saftım, o kadar saftım ki inanamazdınız. Bu bir ateşkes değil, büyük bir savaşın ardından beklenen sınırsız barıştı. 

En azından, serin bir Tuzla akşamında arkadaşlarımla sohbet ederken, ben öyle olmasını ummuştum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder