Upuzun bir aradan sonra tekrar bloga dönmeyi istiyordum ama nasıl olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Dile kolay, neredeyse iki ay olmuş. Bu sürede sınavlarım, tez teslimim ve sonra tekrar sınavlarım (bütünlemesiz geçeceğimi düşünmemiştiniz umarım?) vardı, bunların her bir bölümü anlatmaya değebilecek türden olaylardan oluşmaktaydı hem de. Çocuk sabırsızlığıyla dünyanın en alakasız postuna en alakasız cümlesini yazayım da dilimin altındaki bakla çıksın artık: Okulu bitirdim. Bildiğiniz "bitmez bu, bitmeeez" diye etrafta dolaşıp durduğum lisans hayatım efsanevi bir bıkkınlıkla bitti. Ama bu çok başka bir yazının, hatta yazıların konusu.
Şimdi gelelim size biraz daha mazeret uydurmaya.
Birkaç gündür fotoğraf düzenliyorum bilgisayarda, hatta blog taslaklarına da kaydediyorum ama yazı yazmayı unutmuşum. Yok, ciddiyim. Bu blogu neden tutuyorum, nasıl yazıyor, neler yazıyordum hepten silinmiş gitmiş. Ben de bir yerden başlamak gerek diye düşünüp (bu durumun biriktirdiğim The Big Bang Theory bölümlerinin sonuna yaklaşmış olmamla alakalı olduğunu düşünmüyordunuz herhalde) en iyi bildiğim şeyi yazayım dedim. İşte size nurtopu gibi bir Gittim ve Gördüm yazısı, tam olarak bu şekilde doğdu.
Bu seferki yerimizin adı: Koala Coffee Shop. Tunalı'daki Bülten Sokak'ta (ki bu sokağın son bir senede bu kadar değişmiş olmasına hayret ediyorum, her kapının her camın ardında kahveci açılıyor sanırım) ikamet ediyorlar. Bilirsiniz, üçüncü dalga kahveciler, Chemex'ler, cold brew'ler, filtre kahveler ve son zamanlarda en favori içeceğim (adeta yeniden keşfettiğim ve bu kadar şekerli olup çok sağlıksız olmasıyla bilhassa gönlümü çalmış olan -hihihi-) irish cream aromalı iced latte'ler...
Direkt fotoğraf çekme amacıyla gitmediğim için elimde çok fazla fotoğraf yok ama zaten bu ikisi yeterince özetliyor gibi. Geri kalan kısmı size ben anlatabilirim: Üçüncü dalga kahvecilerine has cam kenarı, yüksek tabureli masalar; birkaç tane iç masa, birkaç tane bahçe masası; küçük -mütemadiyen iki raflı- kitaplık, karmakarışık kahve gereçleri, tebeşirle kahve isimlerinin yazılı olduğu kara tahta... Ahh, en sevdiğim şeyler: Tavandan aşağıya kadar uzanan aydınlatmalar.
Bildiğimiz şeyler dışında iki şey çok hoşuma gitti: Birincisi, kitaplıkta duran Yüzüklerin Efendisi kitapları ve kitaplıktan aşağıya doğru asılan kasnaktaki Tolkien amblemli işleme. İkincisi de tamamen tesadüf eseri keşfettiğimiz -aslında benim keşfettiğim bir şey değildi bu ama lafın gelişi öyle oldu-, kahve fişinde işletme adı olarak "Baggins" isminin yazması. Şu yaşıma gelmiş olduğum halde hala Hobbit göndermeli şeylerle gönlümün bu kadar çabuk kazanılıyor olması beni korkutuyor.
İki gün peşpeşe aynı içecekleri içince buranın kahvelerini -tamamen alakasız olarak- Starbucks'ınki ile karşılaştırma şansımız oldu. İşte sonuçlar:
1. Cold brew: Koala önde.
2. Irish creamli iced latte: İkisi de çok şekerli, fazlasıyla soğuk ve çok sağlıksız, yani ikisi de muhteşem (bu yazıyı sırf bu cümle için yazmış bile olabilirim).
Tüm bu güzelliklerine rağmen, hatta cam kenarındaki ahşap masaya gelen ışığın nefisliğine rağmen, hiç sevmediğim bir şey vardı burada: Müziğin türü ve ses seviyesinin yüksekliği. Müziğin türü ama tek bir tür olduğu sanılmasın, jazz ile başlamışken elektroniğe kayıyor; zaten ses yüksek... Tam bir "hadi hemen kalkın" hissiyatı yaşıyorum ben böyle olduğu zaman. Neden indie folk, akustik, böyle mellow şeyler çalmazlar hiç anlamıyorum. Şöyle güzel bir Gregory Alan Isakov mesela, William Fitzsimmons...
Burada yazının sonuna geldik, "nasıl yazılır unuttum" deyip bir türlü susamamak da ancak benim yapabileceğim bir şey olurdu.
Koala Coffee Shop'ın internet sitesi şurada, TIK.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder