Alkışlarla gelen… Ancak öyle gitmeyen...
Sadece yaşayan bir varlıkken hareket eden, kıpırdayan,
titreyen bir varlığa dönüşen şeylerin hikayesi…
Bir süpervizyon değil, bir süperyolculuk ile karanlıkta
karşılaştığımız ve birbirimize selam vermeye son anda karar verdiğimiz ben’ler
arasında dolaşıyorum, dolaşıyoruz. Kim kimin elinden tutuyor ya da birisi
gerçekten elimi tutuyor mu, istediğim ben’e istediğim şeyi söyleyebilir miyim,
her ben burada mıdır, sadece ben mi varım… Korkunç sorulara basit yanıtlar… Sıra kime gelirse...
Karşıma oturttuğum birkaç ben var, boş sandalyeyi
sırasıyla onlarla dolduruyor ve evet diyorum, işte buradayım. 29 yaşında ben’in
karşısındaki küçük ben’ler benimle hesaplaşmaya çalışıyor. Bu adil değil, bunun
adil olacağını zaten kimse söylemedi de… Bir ben’i tutuyor ona karnından
sarılıyorum, bir diğerinin saçlarını topluyorum, bir diğerine sadece
gülümsüyorum, perde perde hepsi geçiyor. Kızabilecek enerjiyi bulduğum hiçbir
ben yok, hepsine yaramazlık yapan çocuklarına karşı yorgun bir kabul
edilmişlikle yaklaşan dişi kediler gibiyim. Bir ben geçiyor çok korkusuz, bir
ben geçiyor anlamsız bir karanlıktan korkuyor. Bir ben geçiyor ürkek, bir ben
geçiyor dünyalar onun olmuş ve bıraksan oradan oraya koşacak sevinçten… Bir
tanesi gerçekte nerede olduğumu soruyor, bir tanesi o alışverişi yapıp
yapmadığımı, bir tanesi annemi, bir tanesi hala bir haber bekliyor, bir
tanesi uyumaya çalışıyor, bir tanesi havalimanında mutlu mutlu göz kırpıyor,
bir tanesi akşam mesaiye kalmış ve ertesi gün Van’a gidecek çok yorgun… Hepsi
bu karanlığa alışıyor.
Bir süperyolculuk ile kendisine gelen, ama gerçekten de
kendisine gelenlerin içerisinden geçiyorum. Herkesin oturmuş karşısındaki boş
sandalyeye baktığı mikro bir zaman yarılmasında seyahat ediyoruz birlikte. Bu
biraz zor. Daha doğrusu bu imkansız. "Bu imkansız evrende ne diyebilirsin ki" diyen bir ben de, yılgınlıkla köşede oturuyor…
Arkamızdan yönlendirici bir ses bırakın diyor, denize
attığınız çapaları çekmeye bile uğraşmayın, sadece bırakın pruva dalgalansın…
Bu iyiymiş diyorum, bir de çapalarla mı uğraşacaktım… İnsanın kendisiyle
uğraşması ne kadar zor, her yaştan ve her an’dan kendisine hesap vermesi ve tüm
bunları yaparken aynı anda bunun kendisini daha mutlu edeceğine inanmaya
çalışması, aborda, alabora… Arkamdaki ses gülüyor ve iyi gidiyorsun diyor… “Ben sadece pruvada
sallanıyorum, artık gerçekten umurumda değil, tüm bu ben'lerle uğraşılmaz” diyorum… Bu
sefer farklı insanlara ait gülüşmeler…
Alkışlarla gelen, ancak giderken tam olarak öyle gitmeyen
bir şey var aramızda. Bir süperyolculuğu bir performans gösterisine
dönüştürmeye çalışanlar var; kendisine hayran kitlesi arayanlar, kendisine kaynak arayanlar, kendisine hazır cennet arayanlar, kendi cennetini bir başkasının cennetinde arayanlar.. Yoruluyor ve pruvamdan atlıyorum, o çok sevdiğim
kıyılarım, güvenli değil artık. Artık pek çok zamanda olduğu gibi gücümü
toparlayıp gitme vakti…
Hazırlanma ve yola çıkma vakti: Karaya bağlı olan
tüm iplikleri saldırgan olmayan bir çabuklukla kesmek ve yelkenleri sonuna
kadar açmak için. İnsanın bir kere içinde hissettikten sonra bir daha asla bastıramadığı
o gitme güdüsü… Kıpırdadıkça yerinden oynayan, gittikçe büyüyen yeni bir macera arama
hissi…