Ama bu başka bir hikaye. Hadi başlayalım. Bu seferki yerimizin adı Grano Coffee and Sandwiches.
Ama tabii önce… Özel aracını kullananlar için adres bu yazının en sonunda yazıyor olacak, ama toplu taşıma ile gidecek olanlar, Kızılay’dan Ankaray’a bindikten sonra Aşti’de inecekler. Metrodan çıktıktan sonra hemen yandaki 3. Sokakta bulunuyor burası. Yeri gayet güzel, bu duruma bir tik koyabiliriz. Evet işte:✓ (Bunu yapmayı epey sevdim eheh. Google’dan kopyaladım.✓)
Girişi tam olarak böyle. Ufak, butik bir yer aslında. Ama ben böyle yerleri çok severim, çünkü “zincir” yerlerden ne kadar uzak olursam bir o kadar mutlu oluyorum. Böyle yerlerde mekan sahibi yerini öyle ayrıntılarla özelleştiriyor ki oranın bir parçası olduğunuzu da hissedebiliyorsunuz.
Derin bir nefes alıp içeri girelim:
Bu upuzun, son derece parlak fotoğrafın iki amacı var: Öncelikle hem kahve çeşitlerini hem de fiyatlarını gösterebiliyor. Aslında ne kadar ucuz olduklarını göstermek istiyorum. Espresso 2.5 lira? Evet! Latte 5.25? Evet! Ucuzluk konusuna benden bir tane daha: ✓ (Bu işe sarmış olabilirim eheh.) İkinci amaç da şu: Gittiğim mekanlarda sanırım en titizlikle baktığım şeylerden biri ışıklandırma biçimidir. Bu fotoğraf mekanın ışıklandırmasını birebir yansıtıyor diye düşünüyorum ama ben etraftan yansıyan sarı ışığı bir türlü sevemiyorum.
Şimdi şu yukarıdaki mutfağa biraz daha yakından bakalım:
Sık sık sorulduğu için söyleyeyim unutmadan, Grano alkollü değil. Yani:✓✓ (eheh)
Buranın hemen yan tarafı ise oturma alanı. Mekan küçük ama yüksek olduğu için bugünkü fotoğraflarımız böyle uzun olmak zorunda. Neyse ki en güzel kısımlarını sonraya sakladım, henüz daha sürprizli bölüme gelmedik.
Şu alttaki köşeyi İstanbul’daki TWINS’in köşesine benzetiyorum biraz, hatta neredeyse aynısı gibi. Etrafın sakin olması da benim için ayrı bir güzeldi, ama bir saniye, etraf sanki “fazla” sakindi. Belki siz ders çalışmak için kullanabilirsiniz ama ben buraya daha çok sohbet etmeye ve kafa dinlemeye giderim diye düşündüm. Yeri yüzünden de tam “Ankara’ya adım atıldığı gibi gitmelik” mekan olmuş, malum, Aşti’yle komşu.
Unutmadan söyleyeyim: Buranın sandviçleri çok meşhurmuş ama biz tok gittiğimiz için henüz yiyemedik, yine de aklınızda bulunsun derim.
Sizi bilemiyorum ama benim “Ankara’da yeterince ararsanız her şeyi bulabilirsiniz” savım gittikçe daha da gerçek oluyor. Ben bugüne bugün Ankara’da Chemex bulabilmiş insanım arkadaşlar, bana bu şehirden şikayet etmeyin. Şimdi geldik sonsuz gibi olan kısma, bu yer için olan bütün fotoğraf hakkımı aynı şey için kullanmak istiyorum. (Unutmadan not: Chemex demlemesi için filtre kahve fiyatı alıyorlar, o da 4.5 lira sanırım. Fazla tercih edilmiyor dediler. Şu konuyu tatlıya bağlayalım: Chemex bulunca içeceksiniz arkadaşlar.)
Burası bir üst fotoğrafta gördüğünüz köşe. Ben yine dayanamayıp buraya ait olması gereken fotoğraflardan birini taa yazının başına koydum ama onu tekrar anabiliriz değil mi? Bu masanın biraz orasına biraz burasına dokunduk, her zaman olduğu gibi dekorla oynadık, elleriyle model olan Z.’yi de yine el mankeni yaptık ve…
Daha güzelini ise sonraya sakladım:
Her şeyin ışıkla birlikte ne kadar değiştiğine dikkat ettiniz mi, bence bu büyüleyici bir şey. Bir anda bütün karakteri değişiyor mekanın ve farklı bakmaya da başlıyorsunuz.
Bir tane daha, bu gerçekten son, söz!
Yazının sonuna yaklaşmışken söylemek istediğim bir şey var: Bu blogu tutmak benim için biraz da deneysel oluyor, sürekli yeni bir şeyler deniyorum. “Gittim ve Gördüm” yazmaya başladıktan sonra envai çeşit fotoğraf makinesi ve lens kullanma şansı elde ettim (meraklısına! şimdiye kadar sevgili arkadaşlarım sayesinde blogda kullandığım makineler, eksik yoksa: Canon 550D, Nikon D1100, Iphone 5s ve 6, Samsung S4, Fujifilm X-E1, Zenit TTL, LG G2 ve şimdi de…), bu yazı için fotoğraf çekerken de Z. sayesinde yepyeni bir makine kullandım, güzeller güzeli bir Sony A7, 55mm Zeiss.
Sony A7, şimdiye kadar kullandığım en güzel makinelerden biri, hatta en güzeli. Genelde elime aldığım her fotoğraf çekebilen cihazda söyleyecek bir şeyler bulurken A7′de öylece kalakaldım arkadaşlar. Bence bu makineyle alakalı tek problem lensi, benim kullandığım 55mm. Zeiss’ın Sony’ye özel lenslerinin kalitesi muazzam, o diyafram yapraklarının açılıp kapanmasını görmek için selfie çekmiş bir insanım ben sonuçta eheh. Ama ne yazık ki 55mm benim gibi interior, iç dizayn çeken insanlar için uygun değil. Gördüğünüz gibi bütün fotoğraflar biraz “yakın”, çünkü zaten lensin kendisi bizzat “göz” gibi.
bknz. Mekan incelemesini bırakıp makine incelemesine geçmek? Kimse de dur ne yapıyorsun demiyor.
Daha da dağıtmadan hemen bir “ayrıntının ayrıntısı”na bakalım, hoop:
#ihavethisthingwithfloors Evet!
Yine onlarca fotoğraf içerisinden bu kadarını seçebildim, umarım sıkılmadan buralara kadar sağ salim gelebilmişsinizdir.
Kapatmadan önce benimle her yere, yani gerçekten “her” yere gelen iki özel insana teşekkür etmek istiyorum. Çoğu zaman kaotik düşünce akışıma tahammül edebilen, kültür karmaşalarıma gülüp geçebilen, sonsuz desteklerini her an hissettiğim iki dost. Birisi size yazdığı kitaplardan ve senaryolardan bahsederken, diğeri çok sevdiği şiirlerden ve fotoğraflarımda bulduğu kusurlardan:) bahsedebilir. İkisini de çok seviyorum.
İşte bitti.
Eğer sizin de fotoğraflar ve yazılar için olumlu-olumsuz eleştirileriniz varsa; şuraya da git, buraya da bak diyorsanız mesaj kutum her zaman açık, yorum bırakmayı unutmayın!
Sevgiler!
Adres:3. Sokak (Bişkek Caddesi (eski 8. Cadde)), 06490 AnkaraNot: Bu yazıdaki fotoğraflar Sony A7/55mm ve LG G2 ile çekilmiş olup, Adobe Lightroom ile düzenlenmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder