Bir süredir, sanırım biraz da takıntılı bir şekilde, sürekli düşündüğüm bir şey var: Propriosineptif duyu. Ya da ne denir, kinestetik farkındalık, belki? Ama ben buna kendimce bir çeşit "denge" demeyi tercih edeceğim. Hem kısa, hem daha net.
Bu sene Trabzon'da bir gün yayladan dönerken, dedem şöyle bir şey söyledi: Yaklaşık 50 sene önce büyük bir taşı, yine büyükçe bir ağacın çatal gibi duran dallarının arasına koymuş ve taş o zamandan beri orada duruyormuş. Benim de fotoğraf makinem yanımda olduğu için, gel beraber gidip bakalım, sen de fotoğrafını çekersin dedi. Benim kabul etmemle beraber diğerleri de heves etti ve 6 kişi, bir taşı bulmak için yola çıktık.
Yayladan inerken araç yolundan saptık ve dimdik bir dağı yukarıdan aşağıya doğru yürüyerek inmeye başladık. Kimseyi ayrıntılara boğmak niyetinde değilim; taşı bulmak, rahatlıkla tahmin edebileceğiniz gibi uzunca bir yılan hikayesine döndü. En son 6 kişilik grup 3'e 3 olarak ayrılmıştık ve benim makinem abimde kalmıştı, abim de ilk gruptaydı. Bir ağacı işaretçi olarak belirlemiştik, plana göre ilk 3 kişi o ağaçtan yukarıya doğru taşa bakacaklar, bulamazlarsa en yukarıya arabaların durduğu yola çıkacaklardı. Benim de içinde bulunduğum diğer 3'lü de belirlenen ağaçtan aşağıya, dere kenarına kadar inecek, yukarıdan getirilen arabalara oradan binecektik.
Gelin görün ki, dedemin 10 dakikalık mesafe gibi anlattığı yol, 3 saatten fazla sürdü. Hikayenin bu kısmında ifteri dediğimiz otlarla kaplı sık ormanlık ve dikenliklerde defalarca kayıp düşmelerim ve hava iyice kararmadan yol yordam belli olmayan ormandan çıkmaya çalışmalarımız var. Tabii taştan eser yok. Saatlerce dimdik, yabani bir ormandan aşağıya iniyoruz, bütün olayımız bu. Ama gelin görün ki sürekli ve hızlı bir şekilde düzgün bir biçimi olmayan yokuş şeklindeki yolu inerken insanın bacaklarında oluşan ağrı, bana tuhaf bir dengeyi hissettirdi. O günden beri sık sık bunu düşünüyorum, öyle bir yolda vücudun düşmemek ya da kaymamak için bilinçsizce nasıl çaba sarf ettiği, ayaklarımın en ince kıvrımlı yollara nasıl bastığı, ısırgan gelmesin diye kollarımızı kaldırarak parmak ucunda yürümelerimiz... Tüm bunlara dikkat etmenin aslında muhteşem bir farkındalık olduğu... Vücudun şekilden şekle girmesi, bacakların gücünü nereye vereceğini mucizevi bir şekilde ayarlaması, ayakların iki adım önceden her şeye hazırlıklı olması...
Komik (hatta saçma belki) ama inerken şöyle düşünmüştüm: Benim yerimde Boston Dynamics'in o efsanevi insansı robotlarından biri olsa oradan inemez gibi gelmişti. O an bile bunu düşünüp eğleniyordum. Şimdi garip gelse de o an vücudumdaki bütün eklem pozisyonu hislerinin "farkında" gibiydim, bu propriosineptif duyuların kontrolünü bir an olsun bilinçli olarak yaşamak (en azından bilinçli olduğunu sanarak yaşamak), o günden beri bende "hareketi" arama hissi oluşturdu. Dengeyi ya da. Merdiven çıkarken bütün gücümü nasıl bir bacağımdan ötekine aktardığım. Veya nasıl dans edebildiğim. Kollarımı kaldırıp ısırganlardan kaçarken nasıl dengede durabildiğim...
Şimdi rüya gibi geliyor ama bazen bir an yakalıyorum gözümle, bir hareket fark ediyorum. Bir siluet gibi geçip gidiyor, oysa ne kadar alışmışız bir şey ararken kitap yapraklarını hızla çevirmeye. Dışarıdan bakınca, örneğin bir makinenin diyaframıyla oynayınca nasıl da "bir anlam ifade eder" hale geldiklerine hayret ediyorum. Chantal (Anderson) bir fotoğraf çekiyor mesela, kadının biri bir alışveriş arabasını sürüyor. Alışveriş arabasının gölgesi görünüyor, o hareket bir anda "durduğu" zaman bir şey oluyor, her şey dengede olarak asılı kalıyor ve o hissi tekrar yaşıyorum: Kadın gücünü tam öteki bacağına verecekken... Donuyor!
Ve işte, ilkel bir içgüdüyü yeterince kovaladıktan sonra insan neredeyse 23 senelik bedenini bile yeniden keşfedebiliyor.
Not: Yukarıda bahsettiğim taşı ve hikayenin devamını merak edenler için mutlu bir sonum var. Bizden ayrılıp yukarı doğru giden ilk grup ağacı ve taşı buluyor, makinem abimde olduğu için fotoğrafını da çekiyor hatta. Merak edenler için TIK ve taşın ağaçtaki yerini daha iyi belirtmek için modellik yapan dedemle birlikte TIK. Ağacın elli sene içerisinde taşı bu kadar sarması ayrı bir yazının konusu gibi, doğayı kendi haline bırakınca her bozukluğu güzellikle örtüp, uykuya yatırıyor.
Benim dedemle de tanışmalısın! İnsanın ruhunda incelik oluca her oluştan bir değer üretebiliyor. Bir Karadeniz turu yapmalıyız zey, sen, ben ve müjgan!
YanıtlaSilTanışmayı çok çok isterim! Her türlü Karadeniz turuna koşulsuz bir şekilde varım diyorum, hele bu takımla birlikte. <3
Sil