O ÇILGIN ADAMLAR

09:37

İşte, pazar günü.

İşte, Aralık ayının ilk pazar günü kırmızı ekose battaniyenin altında Mad Men seyredilerek başladı bile: Mad Men, bu mevsimde bana en keyif veren şeylerden biri. Tane tane konuşan ve New York büyük bir kışın altındaymış gibi giyinen insanlar, birbirlerini süzen reklamcılar ve hırslı eşleri...

Tanıdığım, bildiğim bir hikaye bu. Sadece birlikte yeniden yaşıyoruz. Orada bir yerlerde, silikleşmiş bir halde bazı insanların varlığını görüyorum. Belli belirsiz. Hala orada olmalarını garipsiyorum. Önceki akşam arkadaşlarım eve gelmiş ve geceyarısını geçene kadar eski filmleri seyredip kahkahalarla gülmüşüz, bir ara N.'nin kucağına uzanmışım... 

Birlikte güzel bir şey inşa ediyoruz: Arkadaşlık diyemeyeceğim bir birliktelik, bir arada’lık, güvenlilik, sıcaklık. Aynı zamanda hayatımın en çok çalıştığım dönemi olabilir mi, belki olabilir. Hayatımın eve geldiğim zaman "şu anda ben aç mıyım" diye sorduğum ve çok uzaklardan getirdiğim yemekleri ısıttığım dönemi... Bir gece saat 11'de kendi kendime tahinli çörek yapmaya başlıyorum. Etrafta sarışın, kıvırcık saçlı çocukların olmasını ve mayalanan hamuru rahat bırakmamasını istediğim bir dönemi... Belli ki, çok fazla Mad Men'e maruz kaldığım dönemi...

Artık arabaya oturduğumda camı açıp rüzgarın yüzüme vurmasını bekleyemiyorum: Klimaların açıldığı, vanilyalı araba kokusunun bir an önce sıcakla beraber içimizi ısıtmasını beklediğimiz zamana geldik... Bir süredir insülin sebebiyle sadece Americano içebiliyorum, oysa bu mevsim benim Starbucks dolaşıp chai tea içme mevsimimdi. Bunu düşününce biraz tebessüm ediyorum. Biraz. Tecessüs. Arabada insanı huzurlu hissettiren keyifli bir sessizlik sürerken, şehir ışıkları dikiz aynasından kırpışarak uzaklaşıyor...

Black Friday sonrası Pazar'ı... Taksilerin içerisinde kucaklarında alışveriş torbaları olan bakımlı kadınlar görüyorum. Ev yolunda gidiyoruz, önde oturmuşum A.'nın montunu da dizlerimin üzerine örtmüş, klimaya rağmen ısınmaya çalışıyorum. Biraz önce, Belçika çikolatalı çok güzel bir Brownie yememişiz gibi arka koltukta kutulanmış Polska duruyor. Yağmur, akşam trafiği, kırmızı Opel Astra, yeni sileceklerin sesi, canımın burada bile Maxfm dinlemek istemesi ancak olmayışı, caddedeki en sevdiğim kitapçıya gidemeden eve gidecek olmak ve hız sınırına takılmadan gelip geçen düşünceler...

Sileceklerin her bir devirinin, zihnimi biraz daha süpürdüğünü hayal ederek...

Bir silecek süpürmesi daha ve bir an sonra yine evdeyim: Coop'tan hiçbir beklentim olmadan aldığım ucuz Zoega kahvesini demlemişim ve bu kadar harika oluşuna hayret ederek televizyonda Mad Men seyretmeye devam ediyorum. Oyuncuların gerçek Manhattanlılara göre bu kadar tane tane konuşmaları beni her bölümde biraz daha az şaşırtıyor.

Stockholm'de kaldığımız yerin bahçesinde ateş yakıp etrafında oturarak bira içen çocuklar aklıma geliyor bir anda. Yakınlardaki tren istasyonunun tıkırtıları, yerlerdeki yapraklar... Öteki yanda New York, sanki büyük bir kışın altında kalmışçasına giyinen insanlar...

İşte diye düşünüyorum, bir Aralık ayının ilk pazar günü ne kadar pazar günü olabilecekse, o kadar...

Not: Buradaki camekanlar, Södermalm'de çocuklar için kitap, hediyelik ve pastry satan bir yer olan Bokslukaren'a ait... Fotoğraflar ise Canon FD 35mm lens ile çekildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder