FAVIKEN'A ÖVGÜ

12:55

Faviken’da rüzgara karşı otururken, kalın montlar üzerimizde… 

Ne işimiz var bu köyde? Ne işimiz var?

Gece ışıkları oynuyor, buraya gelirken arabanın içerisinde klimayı en sıcak şekilde açmış ve birkaç kat üstümüzü çıkartmıştık, araba yuva gibiydi. Faviken…

Burada ne işimiz var?

Burası bizim kendimizi keşfetmek için çıktığımız yolun sonu: Evet evet, bizim yolumuzun sonu burası. Evrenin, evrenimizin sonundaki restoran… 

Bir akşam apar topar yola çıkmıştık, uyuyordun, ben birkaç cookie pişirmiştim. Levain cookie’ler. Tarifini Magnus’tan almıştım, sanırım. Telefon sürekli çalıyordu, sonsuz bir bildirim yağmuruna tutulmuştun bu yüzden ben de sesini kısmıştım. Kendi telefonumun da. Evde fırının uğultusunun arka planında kalan çok keyifli bir dinginlik oluşmuştu. Karanlıkta oturmuş tek başıma tadını çıkartıyordum ve keyifli bir sessizliğin uçtan uca her köşesini keşfediyordum… Bir an sonra bir film şeridi gibi pek çok şey yaşanacaktı: Sen uyanacaktın, telefonuna bakacaktın, bana seslenecektin, cookie’lerin altını hafifçe yakacaktım fırına koşmuştum, bir seslenme daha, “tamam kapattım”, fırın kapağının açılma sesi, seslenme, “aaah yanmışlar”, mutfak kapı ağzında bir siluet ve ardından “gidiyoruz, hazırlan”. Şehirden çıkabilecek miyiz demiştim, “ben seni geçireceğim”. Bir kağıt poşete (ki bu poşetle zeytinli ekşi mayalı ekmek almıştık ve tam 7 euro vermiştik, değmişti ama poşeti atamamıştım) cookie’lerin tamamını ve birkaç tane de köfte atmıştım. 

Burada ne işimiz var?

Burası bizim bir delilik yolunda geçen onca vaktimizin sonunda ulaştığımız yer. Faviken’a kadar gelmişiz. Yola çıktığımız zaman kıştı, artık bahara yaklaşıyoruz ancak hala akşamları sis çöküyor. Derin bir uğultu duyuyoruz yol boyunca. İlk başlarda camı açıp dinlediğim bir uğultu bu, sisin sesi… Ardından üşüyünce kolunun altındaki düğmelerden camımı kapatmaya başlıyorsun. Bu kadarı yeterli. Köfteler çabuk bitiyor, bir süreliğine yiyebileceğimiz en güzel ev yemeği. Bir noktada ormanlardan geçiyoruz, bir noktada McDonalds reklamlı üst geçitlerden, bazen ise yer değiştiriyoruz ve arabayı ben alıyorum. Her zaman bu yolun sonunun bizi nereye götüreceğinin endişesini yaşıyorum ancak bu üzerine konuşamayacağımız bir şey, köy gibi yollardan, maden ocaklarından, tundralardan geçiyoruz. Soğuk tundralarında geyiklerin koştuğu ülkeler… 

Faviken’a vardığımız zaman bir bahar günü, hava 2 derece, üzerimizde kalın montlar… Gülerek evrenin sonundaki restoran burası diyorum, burası bizim evrenimizin sonundaki restoran. Bir köşede, bir çite yaslanıp buraya gelişimin tam 27 sene alışını düşünüyorum. Tam 27 sene. Evdeyken, kendi evimdeyken akşamları oturduğum yerde boğazımı yakan tuzlu ılık deniz kokusunu anımsıyorum. Kuşların cıvıltısı, asla ses çıkmayan sokağımız, karşı binamdaki tarçın rengi kedi, kitaplarımın arasında bulduğum flixbus biletleri… Ondan önceki evimde, dünyanın en güzel süzme yoğurduna her akşam aynı mesafede olabilmek… Akşamları elimde bir ayva ile eve geldiğimde hissettiğim muzır mutluluk… Sonra taşınmalar, seri evler, seri kilim sermeler, seri limonlu kek kokusu, arkadaşlara her defasında ayrı bir evi gösterme… Hızlı bir şekilde 27 yılı düşünüyordum, her gün çok ama çok su içmelerim, neden bu kadar susuyorum, neye bu kadar susuyorum, an’lar, gece yolculukları, Levain cookie’leri ilk yaptığım akşam, Magnus’la ne zaman tanışmıştık hatırlayamıyor oluşum, arabaya oturup kemerin tıkırtısını duyunca oluşan şimdi ne olacak hissi, an’lar…

Faviken, bizim buluşma yerimiz. O sabah rüzgara karşı, kuzey gökyüzünün altında yeni bir hikaye yazmak ne kadar zor olmalı diye düşünürken rüzgar kapüşonumu atıyor. Sakinleşiyorum, burası artık teslim olduğum ve rüzgarla savaşmayı bıraktığım yer. Savaşmayıp ne yapabilirim ki diyorum, o kadar çıplağım ki, zihnim o kadar çıplak ki. Bomboşum artık, kollarımı açtığımda varlığım titreşiyor adeta, burada durmaya, burada kalmaya ne kadar çok çalışıyorum. Bıraksam uçuşacağım, kaybolup gideceğim. Bıraksam hiç var olmamışımcasına usulca silineceğim. Nasıl olacağını düşünürdüm bilmiyorum, birkaç kere rüyamda boğulduğumu görmüştüm. Boğulma rüyaları gibiydi, tüm bilincim koyu mavi bir derinliğe doğru gidiyordu. Süzülüyordum, bilincimin her bir noktasına kadar hafiflemiştim.

Burada ne işimiz var diye düşünüyordum, neden buraya kadar geldik? Seni ne için aramışlardı?

Fävikens Egendom, 830 05
Jarpen, Sweden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder