DİNLENCE

12:02


".. bir sonraki hayatımda bir hayvan olarak yeniden doğarsam, sen olarak doğmak isterim, eğer sen de bir insan olarak doğacak olursan, benim kızım olarak doğabilirsin, böylece birlikte yaşamaya devam edebiliriz." - Yan Lianke


Gar’da çelik yapı direklerinden birisine yaslanmış, alınmayı bekliyorum. Kedi gelene kadar uyumuş ve şeffaf çantasının içinde hala uyukluyor. Ona bir şey olmasına izin vermeyeceğimden bu kadar emin oluşu, ikonik… Ama şu an çantasıyla birlikte 4 kiloyu geçkin bu tatlı patatesi kucağımda taşımak beni biraz yoruyor… Gece taksisini süren bir kadın şoför; arabayı hışımla kullanmasından tuhaf bir zevk alıyorum. Buranın kendi şehri olduğundan emin oluşu, parmaklarının ucuyla direksiyonu tutmasından anlaşılıyor. Trafik ışıklarında hafif kaya kaya eve varıyoruz ama ev, bomboş… Şu fıkranın içindeyim, sanki evdeki her şey ve herkes taşınmış ancak bana haber vermeyi unutmuşlar gibi. Böyle şeyler insanın bir anda karşısına çıkmamalı. Hoş, son zamanlarda insanın karşısına çıkan ilginç şeylerin sonu gelmiyor. Galiba diyorum, bundan sonra hayatlarımız garlar, havalimanları ve metro istasyonları arasında yaşadıklarımızı anlamlı bir şekilde bir araya getirmeye çalışmakla geçecek, eski bir Singer makinede kenarlarını üst üste koyup dikermiş gibi. Sürekli dağılan, sürekli ellerimizden kurtarmaya çalışan evrenlerimizi bir arada tutmak için çabalamaya devam edeceğiz. Her şey zaten böyle olacaktı da biz mi uğraşmaya devam ettik, yoksa çalışarak her şeyi çok mu değiştirdik; bilmeden… 


Çok fark eder miydi… 


Serin bir Mayıs Cumartesi’sinde esen rüzgarların etkisiyle görkemli bir giriş sahnesi oluşmasını bekliyoruz, bir olayla kendisinden konuşturacak yeni bir yaşam ihtimali… 


Heyecanlan, durul, heyecanlan ve tekrar ayağa kalk. Bir kadınla tanışıyorum eski bir kabin memuru ve kedisi var, bana efsanevi bir hayat hikayesi anlatıyor, 29 yaşımdayım diyorum, Allahım 29 yaşımdayım. Çocukken hayatı sorgulayıp bir şeyler elde etmiş olma vaktimin geldiğini düşündüğüm yerde çantasında bir kediyle birlikte tuhaf istasyonlar arasında dolaşıp duruyorum. Hatta belki içimin boşaltılmasından korkarak kaçıyor da olabilirim, kendi kendimi yazdığım her satır için “bak bunu sadece sen yazabilirsin, devam et, sen olmasan oluşmayacak şeyler bunlar” diyerek kıvrandırdığım şeyler…


Gerek var mıydı…


Hafif yaz akşamı meltemi vücudumuza sarılıp gidiyor. Belki öpmüştür de… 


O gün milyonerlerin arasında geçireceğimiz bir gün (en azından ben öyle varsaymayı epey eğlendirici buluyorum), nereden biliyorum, Lounge’dayız ve burada insanlar terleme özelliğini artık geride bırakıyor. Milyonerleri topluluk içinde fark etmenizi sağlayan tek şey… Business çantamla ve 29 yaşımda Chuck 70’lerimle milyonerlerin arasında saçma bir yerde durduğumu hayal etmenin getirdiği muzır bir neşe yaşıyorum. Fırsat olunca bir kitapçıya gidip kendime fantastik bir roman alayım diyorum, kapağında ejderhalara binen elflerin ve cücelerin olduğu üçüncü sınıf serilerden birine kaptırmaya epey ihtiyacım var. Alakasız yerlerde ucuz zevklerime dair kendime içten içe verdiğim sözlerden birisi bu. Bir diğeri akşam eve gidince, gidebilince, Workin Mums seyretmek. Bunu da yapayım diyorum kendime şevklendirici bir şekilde. Kediye sarılma ve onun guruldama aşamasını bitirirken bir bölümü de aradan çıkartırım… İşte aynı anda sevdiğim iki şey birlikte… Bir bölüm önceki akşamdan kalma bulaşıkları yıkarken, bir bölüm çamaşır makinesi için çamaşırları ayırırken… Saat 2 olur, şöyle haberlere bir bakıp ardından uyurum… Lounge’da, ayaklarımda Chuck 70’ler ve elimde kırılmaz bükülmez bir Samsonite laptop çantası… Şimdiye kadar beni ayakkabılarım için uyarmamış bir tane bile müdürüm olmamış, bunu eğlendirici buluyorum. Demiştim, içten içe kendime verdiğim komikli sufleler….


24 saat kalıcı bakım kremlerinin de isyan ettiği o evden çıktığım 18. saate geldiğimizde artık kendimi iğrenç de hissetmeye başlıyorum. Tüm bu yollar sonrasında vardığım yer bazen annemsi “eve geç kaldın” tripleriyle kendisine gıcık ettiren bir kedi… 


Her neyse, söylemiştim, bir hostesle tanışıyorum, kahve sırasındayız. Havalimanlarında yeterince takılırsam karşılaşmayacağım kim vardır diye düşünmeye de başlıyorum aklımın diplerinde bir yerlerde. Sohbet bir anda değişiyor ve işte tekrar, şaşırılmayacak şekilde hostesin ne kadar efsane bir hayat sürdüğü konuşmasındayız. Galiba bu tehlikeli bir yaşa yaklaşınca otomatik olarak gelen bir güncelleme çünkü bir anda kendi efsane’lerimi düşünüyorum ama liste açıkçası çok kabarık değil, en azından onun kadar değil. Biraz sıkılıyorum. Hafızamı zorluyorum, bir şeyler çıkartacağım ama hafızamın performansı beni biraz daha mutsuz ediyor. Aklıma 1 saat at binebilmek için tam 7 saat yol gittiğimiz o saçma gün geliyor sadece. Keyifsizlik… Starbucks’ın Seattle Pike Place Market kahvesi, güzel bir kahvesin ancak ucuzsun ve şu an bana en çok yakışan şey de sensin. Sıradansın ve bunun farkındasın, çok bir iddian yok ama beline kemer takmadan asla dışarı da çıkmazsın. İşte bana dair her şey… Hostesle ayrılırken kısa bir telefon alıp verme yaşıyoruz, of, hani şu bir daha asla görüşmeyeceğini bile bile telefon alıp verdiğin anlardan birisi… Ama ilginç bir şekilde o gecenin ilerleyen saatlerinde hostes beni arıyor. Ben o an tabii ki bunu bilmiyor ve kendi kendime hayıflanıyorum…


Sonrasında pek çok şey oluyor ve ben o hostesin evinde annesiyle birlikte çay içerken yolda gelirken pazardan aldığım kirazlardan yiyorum ama tüm bunlar, hep başka anılar… 


Burada kalabiliriz. 


Dışarıda büyük bir fırtına yavaş yavaş kendini toparlıyor ve o an kendime haftasonu biraz geç kalkacağıma dair söz veriyorum. Eve giderken canım Amerika'da Diner denilen tarzda vagon restoran gibi bir yerde ıslak hamburger yemek istiyor. Hatta şöyle, hamburger ve normalde asla sevmediğim ama nedense bu gece bir anda canım çeken cam şişe Cola...  Kötü bir köftesi olan ıslak hamburger ama içine bolca ketçap mayonez sıkarak tam anlamıyla suçluluk yemeği haline geliyor ve kendisi kurtarıyor. Bu saatlerde Diner'lar daha yeni yeni müşteri çekmeye başlıyor ve orada da en az havalimanlarındaki kadar ilginç insanlarla karşılaşacağıma eminim ama evde, geç gelince trip atan bir kedi olduğunu hatırlıyor ve taksiciye acele etmesini söylüyorum. Evde beni bekleyen önceki haftadan kalma peste sosu, bayatlamış ekşi mayalı ekmek ve teneke kutu zeytin... Sizler beni yırtık ev pijamaları içerisinde de kabul eden biricik dostlarımsınız... 


Fırtına yetiştiğinde ve saat de artık iyice geç olduğunda holün ışığını açık bırakıp küçük odada biraz uzanıyorum. Kedi mahmur gözlerle ışıktan karanlığa geldiği ve oda değiştirmek zorunda kaldığı için keyifsiz ve biraz da kızgın, onu öyle görmek ise benim uykumu getiriyor. Ne kadar doğal bir ilişki diye düşünüyorum, yer yer birbirimize sataşsak da her akşam barış içinde uyumamız kaçınılmaz... Aklıma nedensizce Budapeşte'de kışın bir soğuğunda çimlerinde uzandığım o park geliyor. O kadar güzelliğin ortasında su toplamış ayaklarla yorgunluktan bitap bir şekilde durmaya çalışırken, ne olurdu şimdi evimde olsam ve şu an oturduğum koltukta yuvarlana yuvarlana dinlensem demiştim...


İşte şimdi biraz dinlenebiliriz...

1 yorum:

  1. Merhaba Silverleaf Hanım, Hacettepe psikoloji bölümünde derslere devam zorunluluğu var mı acaba?

    YanıtlaSil