KUZEY YOLU III, Holbergsgade

11:53


Önünde 5 farklı ekran var, yanda bir Cisco cihazı, masanın üzerinde ekranların bağlı olduğu bir PC, bir laptop, iPad, Cisco'nun kontrol paneli, telefon da şarjda. Sabah karanlığında gelen ve akşam karanlığında çıkacak olan finansçı çocukların hepsi bir arada. Masanın üzerinde biraz jelibon var, tık tık atıştırıyor ve arkadaki pleksiglas tahtada yazılanlara anlam vermeye çalışıyorum. FX masalarında hareketlilik var: Bazen bazı kapılar hızla açılıp kapanıyor, telaşlı onaylar alınıyor ve bir gülüşle birlikte milyonlar kazanılmış olduğunu öğreniyorum. O kadar anormal bir para kazanma ki, neredeyse para kazanma bile değil. Görmediğim bir dünyada görmediğim bir alışveriş var. Biraz kedilerden konuşuyoruz… Tüm bu hareketliliğin içerisinde evdeki balkona yapılacak koruma çitinden konuşuyoruz. Her şeyi normalize eden, o insansı, basit şey...


O gün akşam eve gittiğimde doğru düzgün bir şey yemediğimi fark ediyorum, farklı ofislerde farklı kahveler içip durmuşum tüm gün boyunca ve bir şekilde geçiştirmeyi başarmışım. Telefonum çalıyor, hala ofisteler, saate bakıyorum, 20’ye geliyor. Hadi çıkın artık diyorum hadi. Arkada klavye sesleri, çıkır çıkır çıkır işlemler. Londra’yı mı bekliyorsunuz, gülüşmeler… Londra, sonra Amerika, sonra Çin… Akşam iyice geç olduğunda spora gidecek olanlar, ya da salonu kapatacak olanlar… Tüm gün evde yalnız kalan evcil hayvanına artık arkadaş arayacak olanlar… Ya da eve gidip kendisi kedi gibi uyuyacak olanlar… Böyle bir sıkışmışlık içerisinde Aralık ayına tutunmuş, ilerlemeye çalışıyorum… Kopenhag’da finans merkezinin dışında içeride yanan tek tük ışıklara bakıyorum. Buraya yürürken günler öncesinde Netto’dan aldığım bir yeşil elmayı çantamda bulup yiyorum, trafik ışıklarının yansımalarına dalıp giderken gözüm farkında olmadan binadaki insanları arıyor… Onları, trade masalarının destekli koltuklarının arkasına astıkları çok pahalı takım elbise ceketlerinden tanırsınız… Tom Ford, yalnızca onlar için çalışıyor gibidir...  


Ne diyordum, böyle bir sıkışmışlıkla… Aralık ayında kör topal ilerlemeye çalışıyorum. İşte sonuna kadar geldik. Cuma mesai sonu, aynı zamanda yılın da son iş günü. Birkaç ilaç içiyorum ve dışarı çıkmayı düşünüyorum geç olmasına rağmen. Aniden bir açlık geliyor ama aynı anidenlikle bunun ne yersem yiyeyim doyma hissi vermeyecek açlıklardan olduğunu hemen anlıyorum. Ellerime bakıyorum, ellerimde bir elektrik hissi var. Gece yatarken, ellerimde elektrik… Sabah işe giderken, elektrik… Durma bak diyorum kendime, çarpıntıları sen de göreceksin. Küçük elektrik çarpmaları. Küçük ışıltılar… Pirinç ışıklar gibi… Bu hissi biliyorsunuzdur, değil mi? Ellerinizde pirinç ışıkları varmış gibi. 


Ne garip… 


Ellerimde böyle doğaüstü bir şey yaşanırken Aralık ayında hızla ilerliyorum. Ofisler, çalışanlar, sonsuz ekranlar, kameralar, her yerde dönüp duran videolar, videolar videolar… Sıcak plazalar, kötü yemekler, güvenliği arttırılmış çalışan kartları ve yüz tanıma sistemleri… Tüm bunların yanından geçiyorum gece, gündüz, gece gündüz… Samsonite çantalar, sticker'lı arabalar, arabalardaki kirli spor kıyafetleri… Planlar, Outlook davetleri ve sıkışmışlığı oluşturan her şey özenle bir arada… O anda 5. katta birileri milyonlar kazanıyor veya kazandırıyor ama artık kazanma hissi yaşanmıyor bile. Kazanmak pek çok şey olabilir ama kazanmak bu mudur? Neyi kazanıyoruz? Netto’dan aldığım yeşil elmadan kalanları plazanın uzak köşesinde kalan bir çöp kutusuna atıyorum tuhaf bir kaçışma güdüsüyle. Yarın diye düşünüyorum, yine aynı masaya oturup aynı jelibonlardan atıştıracak ve muhtemelen aynı konulardan konuşacağız. Kedilerimiz, spor salonu ücretleri, belediyelerdeki yolsuzluklar… Çöp kutusuna attığım elma çekirdekleri, bu denklemin en organik bileşenleri... Sabahleyin neyi kazanmıştık, tam şu anda neyi kazanıyoruz? Hepimizin tüm bu çılgınlığa bulaşmadan önce istediği o küçük, güvenli arkadaşlık hissi değil miydi? O güvenli yakınlığa ulaşabilmek için kendimizi boydan boya halıfleksli plazalarda topuklu ayakkabılarla yürürken bulmuyor muyuz? 


Akşam ne yesem diye dolapları kurcalıyorum ancak canım hiçbir şey çekmiyor. Bu açlık anında bile ellerimde elektriklenme var. Belki de ben karmaşık sistemlerden oluşmuş tuhaf bir devreyim artık... Belki bir sistemin eski, düzgün çalışmayan bir yedeğiyim… 


Tekrar telefonum çalıyor ve sonrasında tekrar bir daha...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder