EVLER İÇİNDE EVLER İÇİNDE EVLER

09:20

Biraz doğruları konuşalım mı? 
Ürkmem gerekirdi. (Ürkmüştüm).
Zorlanmadan nasıl halletmiştim? (Zorlanmıştım). 
Bir otopark sohbeti yakınlığı. Sessiz bir arabanın içinde. Size bunu hissettirebilir miyim?
Ne kadar yorulduğumu bilsen şaşırırsın. Ama ben hep aynı kişiyim.
- Je suis toujours cette personne dont tu es tombé amoureux.
Tüm kararsızlıklarının adını ben mi koydun? 
- Je suis cette personne que tu essaies encore d'oublier mais que tu ne peux pas t'empêcher de regarder.

*

Artık bazı şeyleri varsayabiliriz...


Ben ayrı bir evim artık. Bu böyle insanın yüzüne aniden çarpan değişik bir gerçeklik. Ben bir evim. 


Bu evi dümdüz, sapsarı çayırların olduğu bir ovaya kurdum. Çulha kuşu gibi her şeyini içine kendim taşıdım, kattım karıştırdım, aldım atıştırdım. Tane tane, tomurcuk tomurcuk. Dal dal gezdim, diyar diyar gezdim, oradan bunu topladım, şuradan bunu topladım. Bir çekirdekken aldım, içine girdim, saniye saniye, dakika dakika, işledim, işledim, işledim. Ortaya bunu çıkardım. 


Bir zamanlar çok zorlanmıştım, bir zamanlar çok zordu. Evin her köşesine bir şey bıraktım, evin her köşesinden bir şey topladım, sildim, süpürdüm, ovaladım. Bir 80 metrekare nasıl sonsuz gelirse içinde o kadar dolaştım, dolaştım. O kadar zaman neyi aradım? Kendimi, bir evin içerisinde, bir yere koymaya çalıştım. Nerede otursam batar, nerede yatarsam uykusuz, nerede rahatsız, nerede huzursuz... Hepsini öğrenmek için adım adım arşınladım. Bir çulha kuşu gibi, küçük adımlarla, dolaştım, dolaştım, dolaştım...


Bu evin bir his verdiği bazı zamanlar yaşadım: İlk kitaplığımı alınca. Televizyonu alınca. Peri ışıkları. Sevdiğim halıyı alınca. Pek çok ama pek çok hisler içerisinde bir de Maruş'u alınca... Çulha kuşu ile kedi, artık bu evin tek sahibi... Evin dolduramadığım yerlerine, giremediğim tüm köşelerine, küçük jelibonlu patileriyle giren ve pembiş burnuyla koklayarak orayı da sahiplenen bir arkadaş... O sırada ben çulha kuşu olarak taşımaya devam ettim: Yeni malzemeler, yeni eşyalar, yeni insanlar... Ev bir çekirdekken kedinin tüm evreni oldu, ben onu bir kedinin evreninden bir insanın evine yaklaştırdım. Evde zamanla yepyeni bir canlılık, bir ekosistem oluştu. Birbirimize bağlandık: Kedi böcek ve sinekleri avlamayı ve ayaklarımda yatmayı sevdi, ben kedinin totosuna vurmayı sevdim, bunu sevdiğimi insanlara anlattıkça insanlar da eve gelip kedinin totosuna vurmayı sevdi. Ev kalabalıklaştı ve kendisine diğer insanların hayatı içinde de bir yer oluşturdu. “Burası dinlenebileceğimiz bir yer” dediler, salonda uyuyakalan oldu, benim yatağımda uyuyan oldu, yerde uyuyan oldu, oldu da oldu. Sabah erken gelen oldu, gece geç giden oldu. Sonunda herkes gittikten sonra geriye ben kaldım ve evin diğer sahibi. Evi baştan sona temizledim, o evi baştan sona tekrar kokladı. Rutine hızlıca dönmeye çalıştık: Bizim bir yaşam şeklimiz vardı. 


Bir çulha kuşunun çalışkan olmama şansı yoktu. Kim kimi koruyordu, ben bu evi koruyabiliyor muydum ya da herhangi bir şeyi gerçekten koruyabilme diye bir şey var mıydı? Evden çıktığım zaman, bıraktığım gibi bulabilecek olmanın o kadar şüpheye düşüren bir tarafı vardı ki… Oysa evde olsam ne olacaktı? Şöyle olmaya başlamıştı: “Ben şimdi gidiyorum, sen de ben de Allah’a emanetiz”. 


“Sen de ben de Allah’a emanetiz ve şimdi evden çıkıyorum.” Akşam eve geldiğimde bu evi neşeli, bu evi keyifli, bu evi sıcak bir hale getirmek de ikimizin işi olacak. Birlikte her akşam yeniden bir ev oluşturacağız. Şimdi dinlen… 


Her akşam yeniden oluşturduğumuz o huzurlu ev hissi… İnsan bu hissi oluşturmaya bir gün bile ara veremiyor, yaşam boyu üzerinizde olan dramatik bir görev… Huzurlu ev oluşturma görevi… Huzurlu ev görevinde başarılı olmalısınız çünkü olmalısınız işte, bunu sizin için kimse yapamaz. Siz içinde yaşadığınız bu mekana zorundayken ve belli ki başka kimsenin evine bunu hissetmek için sığınamazken... Sığınsanız, kimsenin evine sığamazken... Siz bambaşka bir evi sırtlanan, hatta artık bambaşka bir evin ta kendisi olmuşsunuzdur artık. Evler içinde evler… Sınırlar ufak ufak kaybolmaya başlar. Sonra kedi size bir de şunu öğretir: Farklı yerlere birlikte gittiğinizde o sizin en yakınızdadır: Zaten dokunur halde değilse bile dokunacak mesafede. Bir varlığın evi siz olursunuz, yolda, izde, her yerde… O size yuvalanmıştır artık. Birine nasıl yuvalanılır?


Bir çulha kuşunun yuvası aslında neresidir? Bu ev midir benim yuvam? 


Ellerime bakıyorum, kendime bakıyorum. Nasıl da her şey için uğraşmıştım… Eve taşıdığım onca eşya… Aldığım, para harcadığım, kendimi iyi hissetmek için uğraştığım, bazen çok kolayken bazen çok karıştığım… Salonda müzikle neşe içinde parende atmaya çalışırken de, uyumaya giderken ışıkları (gece başka kimsenin açmayacağını bilerek) kapatırken de… “Hastalıkta, sağlıkta.” Mutfağa bulaşık bırakırken ama sonra nasılsa yine ben temizleyeceğim diyerek hemen kaldırırken de… Ütü yaparken mola verip biraz deli gibi dans edip sonra devam ederken de… Acil durumlar için buzluğa hazır yemek koyarken de… Şu duvara da bisiklet mi assam diye düşünürken de… Nasılsa bu kararı ben veriyorum özgürlüğü ile mutluluk içinde bir şey yapmaya gerek bile kalmadığında… 


“İyi günde, kötü günde.”


Ev neydi, ev kimdi? 


Bakıyorum ki ben, sınırları kaybolmuş bir evim artık… Bir eve ihtiyaç duyarken evin ta kendisi haline geldiğim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder