B. ile liseden mezun olduktan sonra ilk defa bu yaz görüşebildik, bu, kesinlikle üzerine yazmaya değer bir şey. Size biraz mazi yaptırmazsam olmaz zaten.
Tahmin edebileceğiniz gibi, B. ile tanışmamızdan itibaren "normal" diye tanımlanabilecek bir arkadaşlığımız olmamıştı. Garip değil. Bu yaz birbirimizi gördüğümüz gibi yine aynı şeyleri söyledik: Beraber meditasyon yaptığımız efsane gün. Akşamın bi vakti Loreena McKennitt açmıştık ve dalga sesi ve tütsüyle meditasyon yapmaya çalışmıştık ve şu an düşündükçe bile gülüyorum, açıkça rezillik ötesi bir şeydi.
Bir diğerinde gün, benim doğumgünüm. B.'lerin evi yine boş, ben ve E. oradayız, kahve içiyoruz. Takımın her zamanki tercihi "bol kremalı, şekersiz". O zamanlar french press'ler yok elbette, ama kahvenin adı hep aynı. O gün çok özel bir gün olduğu için, eh, Samsun'un yerel kanallarından birinde sürekli müzik dönüyor, kızlar da benim doğumgünümü kutladıkları bir SMS atıyorlar altyazıda çıkması için. Tam 3 saat bekliyoruz kanalda görelim diye. Kahve üstüne kahve içiyoruz. Ve çıkmıyor. Ama askerdeki nişanlılarına haber gönderen kızların mesajları çıkıyor. Dünyanın en tatlı doğumgünü bekleyişlerinden biri... O zamanın ağır Türk Pop'una maruz kalmak da bu bekleyişe dahil.
Hadi bu son. En güzelini sona sakladım.
Kısa ama net. Lisede bir gün okuldan çıktıktan sonra B. bizim eve geliyor, hazır kimse de yokken domatesli makarna yapalım diyoruz. İş bu ya, müzik de açalım derken işler çığrından çıkıyor ve Haggard'ın Eppur Si Muove şarkısı ile Kafkas dansı yaparken buluyoruz kendimizi. Sonrası sonsuz bir gülme krizi.
*
Her şeyin daha az yorucu olduğu zamanlarda yaşanan, neşeli seslerimizi hala duyabildiğim günlerden birkaçı böyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder