FIRTINADAN BİRAZ ÖNCE

14:53

Bugünü hiçbir şekilde unutmamalıyız. Tarih: 21 Ağustos. Saat: Fırtınadan biraz önce.

Ama hikayenin başlangıcı daha öncesine gidiyor.

Uzun zamandır artık "eskilerden" sayabileceğim arkadaşım Derya ile fotoğraf çekmek istiyordum ama biliyorsunuz, hastaneydi stajdı derken bir şekilde bugün işi astım ve soluğu Next Level'da aldık. Gelmeden önce olabilecek bütün çılgınlıklarım hakkında kendisine bilgi vermiştim, yani bir kere hastane raporunu imzalayıvermişti, artık suç benden gitmişti...

(Şimdi fotoğraflara bakınca havanın ne kadar güneşli ve açık olduğuna inanamıyorum, nitekim akşam eve geldiğim zaman dizlerime kadar sırılsıklam olmuş bir haldeydim. Trabzon'da dereye düştüğüm gün (ki bu rezil hikayeyi de bir ara mutlaka anlatmalıyım) bir, bugün ikiydi.)
Bir yere bir şekilde fotoğraf çekmeye giderken çantam her zaman çok kalabalık ve ağır oluyor, hep de eksik bir şeyler getiriyor oluyorum. Bugün Zenit TTL'imi yanıma almamıştım mesela. A6000'e geçeli çok olmadı, çantası da onunla beraber alınmıştı. Gelin görün ki canım çanta 1 ay bile dayanamadan bütün dikişlerini atınca ona verdiğim saçma paraya acıdım resmen. Yeni bir kamera çantası arayışı içindeydim, Pompidoo, taa Letonya'lardan yardımıma koşuverdi.
İnternette bakarken çok daha küçük görünse de elime aldığım zaman inanamadım. Bildiğiniz küçük bir valiz tadında. İçerisine 14 inçlik bir laptop, 2 kamera ve 3 lens, defter/kitap/gazete, cüzdan, ve aklınıza gelebilecek her türlü ıvır zıvırı sığdırabilmeyi başardım, 1 litrelik su şişesi de dahil. Açıkçası o kadar sağlam bir görünüşü var ki günlük hayatta kullanmaktan ziyade kısa dönem yolculuklar için kullanmak daha mantıklı bile geldi.
Zaten fırtına koptuktan sonra su geçirmemesini görünce de ayrıca bir sevindim.

Gerçekten bir kadın olarak en büyük zaafım çantalar. Ve ayakkabılar. Ayakkabılar kesinlikle. Ceketler de. Her şey. Sanırım. Her. Şey.
Benim çantamın modeli Palermo ama ben en çok Amsterdam modeli ile arada kalmıştım. Bu da sanırım erkekler için ürettikleri tek model, şık durduğu kesin. Bu aralar çok fazla klasik renkler aldığım için daha renkli olanlarını tercih etsem daha iyi olacakmış, yine en fazla gri'ye kadar gidebildim.

Günün bitimine yaklaşırken en son sağanak yağmurun altında koşarak onların arabasına binmiştim; Yenimahalle'ye kadar gitmiştik, bu sırada yağmur doluya çevirmişti, en son tam olarak nerede olduğumu bilmezken meğer onların evinin oraya gelmiş olduğumuzu öğrenmiştim; sonra oradan bizim eve gelmek için minibüs, tanımadığım ama çok tatlı bir teyzenin elime zorla tutuşturduğu şemsiye derken... Gün de bitivermişti.
Fotoğrafları çekerken gösterdiği sonsuz sabır için Derya'ya ne kadar teşekkür etsem az. Her zaman söylüyorum ya, kimse inanmıyor. Çekilecek dert değilim aslında ama çekti gerçekten, hala hayret ediyorum, eheh.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder