GÜNE DÜŞÜLEN NOTLAR

10:56

Hayatı biraz, biraz, yavaşlatmak istediğim, kendimde özlediğim her şeye kavuşmak istediğim bir dönem... Malum, bir de eski kafalı bir blog yazarı olduğum için son zamanlarda bana en çok keyif veren şeylerden biraz bahsetmek istedim.

2018 yılında en çok dinlediğim şarkı Olafur Arnalds ve Nils Frahms'ın Trance Frendz albümündeki, gece 03:06'da çalmalarına binaen adı da 03:06 olan şarkıydı; bu aralar yine çok dinliyorum. Ruha dokunan, arkadaşlığın sıcaklığı ile sarıp sarmalandığımı hissettiğim pür-ü pak bir Ada şarkısı. Akşam güneşine karşı yürüdüğünüzde burnunuzun üzerini hafifçe pembeleştirerek sizi mutlu edecek bir şarkı...

Bu şarkı bana Olafur Arnalds'ı ne kadar sevdiğimi de tekrar anımsattı. Olie... Ardından geceleri balkonda ayaklarımı uzatarak KEXP performanslarını yeniden dinlemeye başladım. Keyifli bir dinlence... Austin'e gittiğimde dinlemek üzere bir konseri denk gelse efsane olmaz mıydı, Mellow Johnny'nin bisiklet mağazasında hem de... Yere oturur ortada bisikletlerin asılı olduğu kolonlardan birine yaslanır, ayaklarımı da uzatırdım. İşte diye düşünürdüm sanırım, dünya bu kadardı, bitti...

Silmarillion'a tekrar başladım, nereden nasıl esti bilmiyorum... En son ne zaman okuduğumu da hatırlayamıyorum, çok şey unutmuşum ve bunun mükafatı olarak çok heyecanlanıyorum okurken. Şu anda Beren ve Luthien'deyim, ilk okuduğumda en abartıldığını düşündüğüm hikayede bile aldığım zevk bambaşka... Kralın Dönüşü'nün sonunda Aragorn ve Arwen'in nasıl tanıştığını anlatan bir ek bölümü vardı, orada Aragorn, Arwen'i ilk gördüğünde ona "Tinuviel! Tinuviel!" şeklinde sesleniyordu. Çocuk halimle okurken o sahneyi gözümde nasıl canlandırdıysam, Beren efsanesini okurken aklıma hep o an geliyor. Sanki yaşamışım da, bir anımı hatırlıyormuşum gibi. Güzellikler...

Yeni makinemi kurcalıyorum, yıllarca Sony diye "fangirlling" yapıp (bunu Türkçe'ye nasıl çevirmek gerekir?) gidip Fujifilm almak tam bana göre bir karar alma davranışı... Makine, eski analog makinelere benziyor, hatta Zenit'ime benziyor. Güzel fotoğraflar çekiyorum ancak henüz paylaşma isteğim hiç yok, fotoğraf çekmeyi de yeniden keşfediyor gibiyim. 35mm, diyaframı 1.4 olan bir lens var üzerinde. Bokeh'lere yeniden aşık oluyorum. Yaz akşamları trafikte çektiğim fotoğrafları hayal edebiliyor musunuz... Tam benim fotoğrafım olmaz mıydı?

Bu aralar pek çok el işine giriyorum, girmeye çalışıyorum. Geçtiğimiz günlerde kendime yeni bir fotoğraf arka planı yapmıştım, ardından armut kurutma işine girdim, komik ama gerçek. Armutları öğlen sıcağında oturup soymak, tek tek dilimlemek, ardından ipe geçirmek, asmak... Ve tabii ki yemek. Tüm bunları yaparken ilk yayınlandığı sırada üniversite hazırlıkta, yurtta kalırkenki zamanlarımı hatırlatan How I Met Your Mother'ı seyretmek... Ki bunu diziyi seviyor da değildim ancak armut soyarken yanınızda arkadaşlarınızın olması gibi bir şey bu. 

Ahh, resmen yaşlanıyorum.

Anlatacak çok şey var, sizleri ise çok sıkmak istemem... Burada yeni bir yer keşfettim, daha doğrusu yeni açılmış bir cafe var. O kadar sevimli ki. Sahipleri ile tanışma şansım oldu, beni iPad'de çizim yaparken görmüşler ve kendi çizim gruplarına davet ettiler. Çizim yapmakta o kadar kötüyüm ki, inanamazsınız, o kadar kötüyüm! Belki bu çizim grubu (Urban Sketchers) bana en azından birkaç doodle yapmayı öğretir. Kendimden çok büyük beklentilerim yok, ama bir gün burayı yiyecek illüstrasyonlarıyla dolu bir bakery bloguna çevirirsem de alınma, gücenme olmasın...


Şimdilik, durumlar böyle.

Bu yazı böyle biraz benden haberler verip sizden de yeni haberler duyma yazısı olsun istedim. Bir sonrakinde görüşünceye dek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder