GROOVE

11:38


TrackLab’in groove’unun içerisinde, yine, trendeyim. 

Amatör bilimkurgu filmlerinin ucuz kurgusunu tekrar tekrar yaşıyormuş gibi, camlardan şimşek gibi vurup kaçan tünel ışıklarıyla gecenin içinden geçiyorum. Bistro’daki yırtık bar koltuklarında oturup kötü sandviçlerimizi yerken yemek programı kayıtlarını seyredip birbirimizle ilgilenmiyormuş gibi yapıyoruz. 

Sanki herkesi yerinde yavaş yavaş sallıyor gibi... 

13C’de oturan muhtemel akademisyen emeklisi, Turing makineleri hakkında bir makale okuyor. Güzel diyorum, Turing makinelerini severiz. Makine olduklarını bildikleri sürece. Acaba şu an sene kaçtır...

Kendi kendime gezegenin bir köşesinden diğerine kayarak gittiğimi hatırlatıyorum. İndiğim zaman arabanın anahtarlarını alıp kapıları açtığımın, bagaja sarı çantamı fırlatıp attığımın ve ardından koltuğumu ayarlayıp eve sürdüğümün hayalini kuruyorum. TrackLab’in groove’u... Sanki herkes aynı şarkıyı dinleyerek olduğu yerde sallanıyor... 

Hep belirli bir yükseklikte yaşıyorum bu hayatı diyorum kendime içimden, televizyondaki sunucu gelecek planların neler diyor…
Biraz uçarı, biraz kaçarı, biraz da huysuzum diyorum, ödül beklentin nedir diyor…
Bazen manikliğim gelir, bakın ben yerimde duramam diyorum, çalışma saatleri böyledir diyor…

*

Trenin bistrosunda tanımadığım bir “eve geç döneceğim, erkenden tost yiyeyim” adamıyla kayıttan çok eski bir yemek programını seyrediyoruz. Meksikalı aşçılardan birisi taco’nun tortilla’sı sebebiyle eleniyor. Kendime, senin ne işin var burada kızım diyorum. Hakikaten, senin burada ne işin var? Kendimi limonlu soda içerek Meksikalı aşçı Angel için üzülebilecek bir noktada görmem beni şaşırtıyor. Hayır, hayır, Angel denedi ama olmadı. Jürinin dediği gibi, “(tortilla’sını) bu kadar basit tutacaksan, kusursuzlaştıracaksın”. 

Evet diyorum, basit tutacaksam, kusursuzlaştırmalıyım. 

Kusursuzlaştırmalıyım.

TrackLab’in groove’u…. Etrafta şöyle bir salınıyorum. 

Biraz yorulmuşum. 

*

Güzel bir günışığı.

*

Bu şehirleri geçmiştim, şimdi geriye doğru bir tur daha geçiyorum. Flashback’ler, ani hatıralar, Roma rakamlarından oluşan dövmeli barmenleriyle gece treni bistrosu... Yapış yapış bar masaları, sırtçantamı dayadığım tekli boş koltuk, eve geç döneceğim erkeği’nin evdeki mutsuz karısını arama isteğinin hala gelmeyişi, iyice ısınıp tadı kaçan limonlu soda ile birlikte ucuzlaşan, homurdanarak sallanan eski trenin içindeki gece sessizliği...  Hep birlikte geriye doğru tekrar yaşıyoruz ve tekrar, tekrar... Asla bitmeyecek bir döngü bu diye düşünüyorum bıkkınlıkla; şehirlerin arasında, ülkelerin arasında, gezegenlerin arasında sonsuza kadar bitmeyecek bir yolculuk. İçimden kendime, acaba bu yemek programı kaç senelik diye soruyorum, 80’lerin aşırı abartılı tepkiler veren stüdyo kalabalığı, bu da minimum 30 senedir buradayım demek mi olur... 

Roma’lı barmen eski sevgilisini düşünüyor, oysa bir Temmuz akşamı ılık bir duş almak...

Şimdi bir sigara yakmayı ne isterdi, yatmadan önce alınan ılık duş...

Gözlerinin içine bakarak hangi Timbaland’e Nelly Furtado’luk yapmıştır, ayaklara değen soğuk su ve tatlı ürperme...

*

Groove.

Olduğum yerde hafifçe sallanıyorum. Biraz yorulmuşum.

Geçtiğimiz her kasabada biraz daha boşveriyorum, her istasyonda biraz daha, her tren düdüğünde biraz daha... 

Yerime geçerken kırık kapısını zorladığım her vagonda biraz daha...

Çarptığım her bavulda biraz daha...

Öylece boşveriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder