EL NINO

13:05


Gece mutfağı, daha doğrusu gece mutfağının kapısının önündeki hol, 00:44. Yerde oturmuş, elimde kronometre, karşımdaki fırının içindeki limonlu haşhaşlı kekin pişmesini bekliyorum. Şu anda bu kekle ilgili devam eden pek çok sorun var: Öncelikle fırınım gösterdiği derecede kesinlikle pişirmiyor. 150 derece gibi ayarladığımda daha soğuk, 180 ve üstü dereceye ayarladığımda olması gerektiğinden daha sıcak pişirdiğini düşünüyorum. Ancak bu kekin biraz 150 civarında pişmesi gerektiğini biliyorum, bu sebeple şimdilik gözden gelinebilir. İkinci sorun, sanırım kek kalıbından kaynaklanıyor. Baton kek kalıbı ya fazla geniş, ya iletkenliği ile ilgili bir problem var çünkü kek yayık, kabarmaya çalışıyor ama tutunamıyor kaba. İleride diye düşünüyorum, US Bakeware veya Nordic Bakeware kalıplar alırım kendime, eğer fırın açarsam... Bir süredir limonlu haşhaşlı kek tariflerine bakıyorum ama bütün güvendiğim fırıncılardan önce kendim geleneksel anne keki tarifiyle yapmak istedim. Sanki o kekin eksikliklerini gidererek daha iyi bir sonuca ulaşabilirmişim gibi. Bir tarifte mükemmelleşmek için önce en baz tarifi yapıyorum ki o aklımdan tamamen çıksın. Bazen de gerçekten insan anne keki istiyor, arıyor. Bakalım bu kek öyle miymiş diye merakla bekliyorum. İçerisinde limon curd yok, üstünde sos yok, bildiğimiz kek... Tereyağlı değil bitkisel sıvı yağlı... Fazlasını dilimleyip buzluğa koyacağım, ki yaz boyu üzerine biraz dondurma ile yavaş yavaş yiyebilirim, belki yanında öğlen kahvesi... Ya da evde o anda kalmış bayatlamış bir meyve olursa ondan hızlıca bir marmelat ya da curd yapıp onunla birlikte yiyebilirim, belki... Evdeki fıstık ezmesiyle de olur, krem peynirle de, pek çok şeyle... Turşu ile bile olur diye düşünüyorum... 


O sırada kek kabararak kendisini kalıbın ucundan bir gösteriyor, aynı anda Maruş holdeki kedi çeşmesinden şapırdatarak su içiyor. Uyku öncesi suyu... Televizyonda Kanıt var, Sevil Atasoy bir şeyler açıklıyor ama sadece ses yapıyor, çoğu zaman olduğu gibi. Kanıt'ın tuhaf ışıklandırması salonunu dolduruyor: Sarı-mavi, değişik bir filtre kullanılmış bu dizide. Başka hiçbir şeye benzetemediğim, kendisine has bir efekt oluşturuyor. Evin ışıklarını kapatmak bu saatte normalde uyku modu anlamına gelirken benim daha bu keki fırından çıkartmam, bir 10 dakika soğumasını beklemem ve kalıbından çıkartıp soğutma tepsisine almam ve sonrasında yatma hazırlığı yapmam gerekiyor. Tahminimce en az 40 dakika daha ayaktayım. Bir an kendi kendime, Maruş acaba kaçıncı dakikasında söylene söylene gelip yatmamış olmama kızacak diye eğleniyorum. Böyle huyları var. Holde oturmama çok alışkın da değil ama fırını gözetlemem gerekiyor, maalesef fırın termometresi de almalıyım artık ve bu iş her an daha masraflı olarak daha can sıkıcı bir hale geliyor...


00:53. Bir yaz cuması gecesi. Dışarıda, karşı apartmanın terasında birkaç genç erkek İspanya'nın Almanya'ya karşı maç kazanmasına seviniyor ve bunu kutluyor. Yarın Türkiye'nin maçı var ve sanırım bu turnuva için bu büyük bir olay. Çeyrek final olabilir veya yarı final, tam olarak bilemiyorum. Genel olarak kafası karışık bir haldeyim bugünlerde, çok iyi takip edemiyorum. Neden kafam karışık, bilmiyorum. Sanırım sıcaklardan. Bir ilaç kullanmam gerekiyor, bu ilaç kan şekerini stabilize ediyormuş -sanırım. Kan şekerindeki ani dalgalanmaları engelliyor gibi bir açıklama okuyorum hafta başlarında. Bu ilaç beni etkiliyor. Açken harika hissediyorum, açken her şey çok rahat. Ama yemek yemeye başlayıp kan şekerim çıkmaya başlayınca işler tatsız bir hale geliyor. Tam bu ilaçtan biraz dert yanacakken fırından "çın!" sesi geliyor ve zamanlayıcısı fırının artık soğutmaya geçeceğini söylüyor. Kontrol edip zamanlayıcıya biraz daha zaman veriyorum pişirmeye devam etmesi için. Limonlu haşhaşlı kek güzel kabarmış durumda ama henüz istediğim gibi kızarık değil. Yok yok, kesin bir termometre almak gerek... Termometre, fırın kapları, çok iyi bir el mikseri, bir ofset spatula. Pastacılığın şıkır şıkır dünyasındaki masraf kalemleri sabırla kendilerine para harcanmasını bekliyor. Hazır kalkmışken yatak odasının camını da açmam lazım, çünkü toplamda 2 metrekare ve salona açılan servis penceresi dışında dışarıya bakan penceresi olmayan mutfağımda bu saatte pişen kekinin yatmadan önce evin bir yerlerinden dışarıya çıkması gerek... Yoksa bütün gece burnumun ucunu sızlatan o tatlı-ekşi nefis kek kokusuyla mücaadele ederim... Çok acı tecrübelerle yatmadan önce bu camı açmam gerektiğini geçmişte öğrenmiştim, ertesi güne buzdolabında hazır yemeğim olsun diye akşamdan yaptığım pırasa yemekleri veya soğan kullandığım herhangi bir yemek... Bütün gece pırasa kokusu eşliğinde tavanı seyretmek. Gibi gibi hikayeler... Bu mutfak çok fazla hikaye verdi bana ve ben bu şekilde olmaya devam ettikçe vermeye devam edecek gibi de... Keki kontrol etmem için yerimden kalkmam ve tekrar gelmem gerekiyor, işte bu noktada birkaç saniyelik mola...

Evet kek... Bıçakla kontrol ediyorum ve bıçak tertemiz çıkıyor. Bu arada aklıma şöyle bir şey geliyor, artık "cake tester" adı verilen uzun, metal kürdanlar var bu işlemi yapmak için. Fırıncılık listeme bir de cake tester ekliyorum, sonuçta bu liste özgürce ekleme çıkartma yapabilmem için kendim tarafından özenle tasarlandı ve yine kendim tarafından finanse ediliyor. Cake tester'sız bir hayat düşünülebilir mi, hepimizin bir değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Aynı sırada Kanıt reklam veriyor, sanırım reklam öncesi bitmiş de olabilir. Evi saran nefis kokuyu duymazdan gelerek sabahı etmek bir imtihan olacak gibi: 15'ten beri bir şey yemedim (IF gibi bir şey yapıyorum ama IF değil, tamamen sağlık nedeniyle aç yatmam gerekiyor, yukarıda bahsetmediğim ilaç olayları). Sabah kahvaltısına ne yapabilirdim diye uzun süre düşündüm ama içinden çıkamadım, canım bir Aussie Pie çekiyor ama kahvaltı için ağır olur, kahvaltı sonrası da hava çok ısındığı için onu yapacak enerjim kalmayabilir. Malum, El Nino memleketi hiçbir şekilde terk etmiyor ve artık zihinsel olarak bununla mücadele etmekte zorlanıyorum. Pek çok felaket senaryosu gibi, bu sıcaklar da beni fazla paranoyak yapıyor ama çok düşünmemeye çalışıyorum. Ne diyordum... Kahvaltı... 2 yumurta, biraz tulum peyniri yiyip soluğu pazarda alırım diye söz veriyorum kendime. Küçük hedefler... 


Böyle böyle hayat geçiyor ya da geçecek galiba diye düşünüyorum holde fırının soğutmasının bitmesini beklerken. Bu kekin basitliğinde, Maruş'un bir babaanne gibi ağır ağır yayılarak hafif bir nefes vererek uyku moduna geçmesinde, televizyondan gelen mırıl mırıl seslerde... Sevinmeye, çok sevinmeye değer şeyler buluyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder