Geçmişteki kendimin temkinliliğine güvenmek zorunda olduğum zamanlar... Hayatımın ana temalarından birisi. Şöyle düşünmek isterim: O zamanki ben, bunu böyle yapmıştır. Yani inşallah. Geçmişteki kendinin bugünün vaatçisi olması bir mesele: Pek çok şeyi ileriye doğru düşünmek zorundayım. Bunlar, kaygılarımın zincirleri. Bu zincirler, beni her an hasta olursam diye buzluğa yemek koymaya, eve fazladan su depolamaya, Maruş'un mamasını yedeklemeye... Anlarsınız ya, hazırlamaya çalışır.
Tuhaf çünkü ben sanırım hep böyle birisiydim, annem böyle söyler. Soğukkanlı, bazen hatta fazla soğukkanlı çünkü bu şekilde olmak için hep önceden düşünmüş... Tuhaf işte, başka bir şey değil. Ama artık çok fazla şeyi düşünmek zorundaymışım gibi geliyor ve bazen bu beni bunaltıyor, bunu kontrol ediyorum. Kaygılarımın zincirleri birbirine ilikleniyor ve gittikçe uzayan bir seri haline geliyor. Bazen kendimi yaşlılığımı bile düşünürken buluyorum; daha doğrusu, yaşlılığımı düşünmek zorunda olduğumu düşünürken buluyorum. Anılarımın anıları, planlarımın planları... Çoğunlukla çok iyiyim, ama bazen iyi değilim. Bunu yönetebilmek de bana kalıyor ve bu iyi olamamaları yönetmektense en başta iyilik halini oluşturmak ve bunu devam ettirmek çok daha kolay geliyor artık bana... Demiştim ya... Tuhaf, başka bir şey değil...
Yaz akşamları artık sona eriyor ve Kuzey Rüzgarları esiyor. Bu rüzgarları nerede olsam tanırım: Alışıldık, eski bir dost evime nedense balkon kapısından içeriye girmeye çalışır. Şöyle içimden geçip beni süpürür gibi hissettiğim zaman, elim kolumdaki birkaç yükümü taşıdığı zaman, beni akşam eve gitmek için biraz acele ettirdiği zaman... Hafiflediğimde ve aynı zamanda ağırlaştığımda onun geldiğini anlarım. Bazı değişiklikler olmaya başlar evde: Artık balkabağı her an buzdolabına girmek üzeredir, Maruş geceleri biraz daha fazla uyur, salondaki koltukların üstüne iki tane battaniye çıkmıştır, su faturası az gelmeye başlar, yavaş yavaş ertesi gün giyeceğim etek-çizme kombinlerini düşünmeye başlarım... Komşum Biga'dan gelen, yazın son kavunlarından getirir; biraz nohutu kendi aramızda bölüşürüz, çoğu yemekten de sıkılmaya başlarım. Bazen hayal ettiğim bir şey olur, bir an, sonra mutlaka yapmam gereken bir iş çıkar. Hayat böyle geçecek sanırım diye düşünürüm ve işe doğru kalkarım yerimden...
Kendimizi korumak için kaldırdığımız kalkanlar... Ağır metaller, toprağa karışmış paslı zincirler... Ne kadar çok kalkan, ya da ne kadar ağır kalkanlar taşımak zorunda oluşumuz... Rüyamda babam bir yerlerden geçiyor ya da bir yerlerden geçtiğini hissediyorum ve gevşiyorum, gözlerimi hafif araladığımda kaskatı kesilmiş kollarımı fark edip kilitlerimi yavaşça açıyorum. Gece yarısı. Gece mutfağında kafamı boşaltmak için neler yapabilirim? Kendini korumak için kaldırdığın kalkanlar... Kaygılarımın zincirleri... Sonbahar gecesi uykudan uyanıp evin içinde şöyle birkaç tur atarım ve etrafı kolaçan ederim... Eskiden abim İstanbul'da yaşarken bana geldiği zaman arabasını bıraktığı yere bir bakarım. Karşı apartmandaki kedi. Dubleksteki ağaçlar... Belki evin içinde birkaç eşyayı gezinirken yerine koyarım, belki kafamı pencereden sokağa şöyle bir uzatırım rüzgarı hissetmek için. Tekrar yatmadan önce mama kabını kontrol etmeyi unutmadan... Sabah olsa, kalan son kavundan biraz daha yesem diye hayal ederek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder